7 Ağustos 2013 Çarşamba

AKP DÖNEMİNDE TAŞERON ÇALIŞMA VE DESPOTİK EMEK REJİMİNİN BİR İŞYERİ ÖRNEĞİNDE SOMUTLANMASI


FARUK SAĞIN[1]
 

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı 2009 yılından bu yana hazırlıklarını sürdürdüğü Ulusal İstihdam Stratejisi’ni (UİS) 8 Haziran 2010’da işçi ve işveren temsilcilerine açıklamıştır. "Ulusal İstihdam Stratejisi Taslağı 2012-2023" ismiyle önceki versiyonu yenilenerek 08.02.2012 tarihinde Üçlü Danışma Kurulu’nda taraflara sunuldu. DİSK’in katılmadığı toplantıya, Türk-İş, Hak-İş ve TİSK katılmıştı. UİS Taslağının ekinde ise 2012-2014 yılları arasında hayata geçirilmesi öngörülen UİS Eylem Planı yer alıyor. 2023 yılı perspektifiyle hazırlanan UİS Eylem Planı’nın her ikişer yıl için hazırlanacağı ve her yıl sonunda güncellenecek eylem planlarıyla hayata geçirileceği açıklanıyor. 

Bu taslakta 2002-2007 yılları arasında yüksek oranlı ve sürekli bir büyüme yaşanmasına rağmen istihdamın beklenen ölçüde artmadığı, istihdamın artmamasının işgücü piyasasının yapısal sorunlarından kaynaklı olduğu ve 2010 yılında kayıt dışı istihdamın % 50’lerden % 43’lere gerilediği belirtiliyor. Türkiye’de işgücü piyasasının katılığı ve işveren üzerinde ücret dışı işgücü maliyetlerinin yüksek olmasından dolayı istihdamsız büyüme ve işsizlik sorununun olduğu ileri sürülüyor. İşsizliğin bir nedeninin de işgücünün niteliğinin düşük olmasına bağlanıyor. Taslakta 2010 yılında % 11,9 olarak gösterilen işsizlik oranının 2023 itibarıyla yüzde 5 düzeyine indirilmesi; 2010 yılında yüzde 43 olarak gösterilen istihdam oranının 2023 yılında yüzde 50’ye yükseltilmesi; 2010 yılında tarım dışı istihdamın büyüme esnekliğinin 0.52 olarak gösterilen düzeyinden 0.62’ye yükseltilmesi ve tarım dışı sektörlerde yüzde 29,1 düzeyinde olarak gösterilen olan kayıt dışı istihdam oranının, 2023 yılında yüzde 15’in altına indirilmesi olmak üzere dört hedef yer alıyor. 

Taslakta uygulanacak teşvik politikalarının maliyetlerinin firmalarca değil genel bütçeden ve diğer kaynaklardan karşılanması, böylelikle işletmelerin rekabet gücünün artırılmasına vurgu yapılıyor.

 

Taslakta Avrupa İstihdam Strateji’ne paralel olarak iş gücü piyasasında güvence ile esnekliğin bir arada olabileceğinden hareketle güvenceli esneklikten bahsedilmektedir: “İstihdam yaratan bir büyüme için işverenlerin ve çalışanların rollerinin esneklik-güvence dengesi temelinde yeniden tanımlanmasına ve esnek çalışma modellerinin aktif olarak hayata geçirilmesine zemin oluşturacak yasal düzenlemelere ihtiyaç duyulmaktadır.” İşgücü piyasalarının katılıktan arındırılması ve esnekliğin artırılmasına odaklanılıyor. Ulusal İstihdam Stratejisi (UİS) taslağında bazı esnek çalışma biçimlerinin mevzuatta yer almaması ve 2003 yılında yürürlüğe giren İş Yasası’nın iş gücü piyasalarının esnekliğinin artırılmasına yönelik düzenlemelerinin uygulamada yaygınlık kazanmadığı belirtilmektedir. Taslakta kıdem tazminatının fona devri, özel istihdam büroları, yeni esnek çalışma biçimleri, bölgesel asgari ücret öneriliyor.

Taslak içerisinde yer alan 2012-2014 eylem planına göre taşeron çalışmaya dair kısıtlamaların hafifletilmesi hedefleniyor. Ulusal İstihdam Strateji Taslağı sermayenin daha rahat hareket etmesi için gündeme getiriliyor. Yapısal reformlarla sermayenin kurumları ve hukuku oluşturulurken, bu çalışmada anlatmaya çalışacağımız üzere İş Kanunu’nun kapsamı dışında yaygın olan muvazaalı[2] taşeron çalışma da hukuk eliyle meşrulaştırılmış oluyor. İş hukuku alanında yeni düzenlemeler gelirken emek sürecine bakıp, orada neler olduğunu anlamak gerekiyor. Kapitalist sistemde üretimin esas olarak, artı değer üretmesi ve sermayenin birikim rejimi kapsamında ele alındığında taşeronluk kurumuyla bağı daha iyi anlaşılıyor. Taşeron çalışma despotik bir emek rejimi özelliği ile karşımıza çıkar.

Bu çalışmada fordizmin krizine, post-fordizme (esnek üretim), taşeron çalışmanın uluslararası kapitalist sistemle ve alt sözleşme türleriyle bağı vurgulanıp, despotik emek rejimine tabii olmasına dikkat çekiliyor. İktisadi ilişkilerin ve taşeron çalışmanın hukukileştirilmesine, taşeron çalışmanın kanun kapsamında nasıl düzenlendiğine, mevcut kanun kapsamı dışında da taşeron çalışmanın yaygınlığına değiniliyor. Taşeron çalışmanın 2003 yılında İş Kanunu’nca nasıl kapsandığı, UİS Taslağı[3] kapsamında hazırlanan İş Kanunu ile Diğer Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı Taslağı değerlendiriliyor. Taşeron çalışmaya dair yeni bir kanun taslağı gündeme getirilecek olsa da bu taslakla yüzde yüz bir kesişmenin olacağını belirtebiliriz. Bu makalenin devamında taşeron çalışmanın mevcut durumunun işçiler üzerinde yapılan bir alan çalışması ile somutlanması ve bu somutlamadan sonuçlar çıkarılması ve bu taslağın veya benzer mahiyette benzerinin yürürlüğe girmesiyle taşeron çalışmanın işçi sınıfına nasıl yansıyacağı üzerine duruluyor. Özellikle Kanun Tasarı Taslağı ile alan çalışmasından çıkan sonuçların muvazaalı taşeron çalışmanın hukukileştirilmesinin görünür kılınması hedefleniyor. Bu çalışmayı ele alan yazar bir hukukçu olsa da, sadece hukuksal bir bakış ile çalışmaya yaklaşmayıp, çalışmada üretim ilişkileri üzerinden yani ekonomi-politiksel bir yaklaşımı ağırlıkla gözetiyor. Çalışmada hukuksal kavramlar ve süreçler marksist bir bakışla irdeleniyor.

 

I. Taşeron Çalışma

 

a. Fordizmin Krizi ve Postfordizm  

        

İkinci Dünya Savaşı’ndan 1980’lere kadar egemen kapitalist üretim sistemi emek yoğun karakterli Fordizmdi. 1945’li yıllardan itibaren de Keynesyen politikalara eşlik eden fordist üretim sistemi 1960’lı yılların ikinci yarısından itibaren krize girmiştir. Kapitalist sistemde yeni düzenleme biçimlerinin işlerlik kazanmaya başlaması kaçınılmaz oluyordu. Bu süreçte uluslararası pazarın genişletilmesi, ihracatın arttırılması, artık değeri yükseltmek üzere ucuz işgücü bölgeleri bulma, emek sürecinde verimliliği arttıracak yeni örgütlenme biçimleri ve teknolojik değişiklikler, yeni üretim dalları bulma krizden çıkmak için  kapitalist sistemin girdiği arayışlardan bazılarıdır.

 

Emeğin disiplin altına alındığı bu dönemde, işgücünün mekanda desantralizasyonu gündeme geliyordu. Bir yandan aynı firma içinde fabrikaların bölünmesi, küçültülmesi, ürün çevriminin fabrikalar arasında yayılması biçimini alıyor, standartlaşmış parçalar daha küçük birimlerde üretiliyor, firmalar arası iş bölmeler, firma dışı küçük firmalara, atölyelere iş yaptırmanın biçimini alıyordu. Böylelikle sabit maliyetler düşürülüyor, küçük işyerlerinde örgütlü olmayan düşük ücretli işçi çalıştırma olanağının sağladığı ücret farklılığı avantajlarından yararlanmak, dışarı yaptırılan işin miktarını kolayca değiştirerek üretim dalgalanmalarına uyum sağlamak ve böylece riskleri önemli ölçüde küçük firmalara aktarmak mümkün olabiliyor. Hem de emek süreciyle belli ölçülerde doğrudan doğruya karşı karşıya gelmekten kurtulmak mümkün olmaktadır. Bunun sonucunda toplu pazarlığa ve büyük üretim birimlerinde üretim yapmaya dayanan düzenleme biçimleri zayıflıyor.[4] Özetle, 1980’lerde, merkez ülkelerde üretim, küçük-ölçekli, ademi merkeziyetçi ve esnek ekonomik birimler şeklinde örgütlenmekteydi.[5] Kapitalizmin krizden çıkışı yeni bir üretim sistemi veya yeni bir birikim rejimi post fordizmde (esnek üretim) bulduğunu belirtebiliriz.

 

Esnek üretimde işçiye sadece üretim zincirinin bir parçası öğretilmekte, tek bir parça işin yapımında uzmanlaşma sağlanmaktadır. Böylelikle üretim hızlanıyor ve  işçinin disiplini kolaylaşıyor. Esnek üretim organizasyon modelleri olarak özellikle iki farklı yönetim paradigmasını içerir. Bunlardan biri büyük firmaların üretim desantralizasyona giderek, ana firma içinde ‘toplam kalite”, “tam zamanında üretim” ve “kalite çemberleri” gibi hem kaliteyi hem de prodüktiviteyi artıran bazı üretim tekniklerini içeren, büyük firma modeli Japonya Modeli ya da diğer adıyla yalın üretim modelidir. İsrafı ortadan kaldırmak ve “0” hatalı üretimi gerçekleştirmek hedefi ile ve işçilerin kapasitelerinin üretim deneyimlerini ve zihinsel potansiyellerini sonuna kadar kullanmak ilkesi ile gerçekleştirilmiş bir esnek üretim organizasyon biçimidir. “İtalyan modeli” ise, esnek uzmanlık modelinin, küçük firmaların kümeleşmelerine ve bir üretim ağına dayanan, küçük firma modelidir. Bu modelde desantralizasyon yani üretimin bazı bölümlerinin taşeronlara devredilmesi ve üretimin küçük işletmelere bölünmesi söz konusudur. Yalın üretimde ekip çalışması ve rotasyon modeli de diğer bir modeldir. Ücretlendirme sisteminin kıdem esası ile birlikte personel değerlendirmesine dayandırılması, ekip içinde işçilerin kendini öne çıkarmaya çalışmasına yol açmakta, bu da ekipler arasında rekabete yol açmaktadır. Bunun yanında hiçbir sosyal güvencesi olmayan part-time çalışma, bazı sektörlerde de evden üretim, ya da eve iş vermenin giderek arttığı gözleniyor.[6]

 

Esnek üretimin işçi sınıfı açısından ortaya çıkardığı sorunlardan bazıları; işsizlik, esnek istihdam biçimlerinin yaygınlaşması, toplu sözleşmelerin yerini bireysel sözleşmelere devretmesi, sendikaların zayıflaması, çalışma sürelerindeki uzama ve işçi sınıfında parçalanmadır. Esnek uygulamalar, çalışanların kendilerini giderek daha güvencesiz bir çalışma yaşamı içinde bulmalarına neden olmaktadır. Performansa göre ücretlendirme, taşeron çalıştırma, kısmi süreli, belirli süreli, mevsimlik ve geçici çalışma gibi esnek çalışmalar yaygınlaşmıştır. 

 

b. Alt Sözleşme İlişkisi ve Taşeron Çalışma

 

1980 sonrası kapitalist üretim ilişkilerinin geldiği noktanın firmalar arası değişim ilişkisinin yani sermaye-sermaye arasındaki ilişkinin düşen kâr marjlarına karşılık birikim mücadelesi için üretim sürecinin atomik parçalarına varıncaya kadar parçalanmasını, saçılmasını erken ve geç kapitalistleşmiş ülkeler bağlamında açığa çıkartmaktadır. Taşeronluk, bir firmanın başka firmaya bağlı ek/dış işçi kullanması ya da işin bir bölümünü özel ya da tüzel kişiye ihale edilmesidir.[7] Taşeron çalışma ile  firmalar arası değişim ilişkisi yani “alt sözleşme” ilişkisi, özü güç ilişkisini içerir. Bu ilişki, eşitsiz, asimetrik ve hiyerarşik ilişkidir. Firmalar arası değişim ilişkisini eşitsiz ve hiyerarşik ilişki olduğunu Türkçe’de en iyi ifade eden “fason” terimidir. “Taşeron” ilişki ise ise fason ilişkinin özel bir halidir, yani üretimin eklentileri olan mal ve hizmetlerin alt firmanın ve/veya ana firmanın içinde başka bir firmaya yaptırılmasıdır. Fason ve taşeron ilişki sadece sanayide değil aynı zamanda tarımda ve hizmetler kesiminde de geçerlidir. Küresel rekabet için en az maliyet ilkesi yerel/ulusal/küresel ölçekte firmalar arası değişim ilişkisinin devamlılığını sağlama ve zincire tutunma/yükselmenin gerekli koşuludur.[8]

 

Uluslararası düzeyde firmalar arası değişim ilişkisinin yoğunlaştırılmasının eşitsiz ilişkileri derinleştirmekte, aynı zamanda kazananları tekleştirmekte, kaybedenleri ise çoklaştırmaktadır. Dünya Bankası destekli projeler ve krediler dünya ölçeğinde alt sözleşme ilişkilerin yaygınlaştırılmasında etkin olmaktadır.[9] Küresel lider firmalar için yerel alanda düşük emek maliyeti ve materyaller önemli olmaktadır. Aksi takdirde yerel alandaki fasoncular ve taşeroncular zincirden çıkarılmaktadır. ILO uluslararası alt sözleşme ilişkisinin geç kapitalist ülkelerde özendirici uygulamalarına dahil olurken, destek programları da oluşturmaktadır. Dünya ölçeğinde fasonlaşma ve taşeronlaşma daima maliyetlerin en düşük olduğu yerde var kalmaya devam etmesiyle her geçen gün emeğin kazanmış olduğu hak ve menfaatlerin yok edildiği adacıklar keşfedilmektedir.[10]

 

Doğrudan yatırım faaliyetleri ile alt sözleşme ilişkisinin ileri geri bağlantıları vardır. Bu sayede yeni iş olanakları yaratılmıştır. Dünya Ticaret Örgütü’nün 1998 yılı raporunda Amerikan arabalarının %37’sinin alt sözleşme ilişkisi sonucu sonucunda üretildiği belirtilmektedir. Amerikan sanayinde büyük firmaların yüzde 30’dan fazlası, üretimlerinin yaklaşık yüzde 50’den fazlasını alt sözleşme ilişkisiyle gerçekleştirmektedir. Birleşmiş Milletler Sanayi Kalkınma Örgütü’nün (UNIDO) verilerine göre 2001 yılında Avrupa Birliği’nin 15 merkez ülkesinde alt sözleşme ilişkisiyle yaklaşık 640 milyon euro iş hacmi yaratılırken, yaklaşık olarak kayıtlı 740 bin şirket ve 5 milyon 600 bin işçinin alt sözleşme ilişkisi halinde yer almaktadır. AB’nin merkez ülkelerinden Almanya, Fransa, İtalya, İngiltere ve İspanya sanayi üretiminin yüzde 82’si (toplam yaratılan çıktının yüzde 30’su Almanya’ya aittir) firmaların yüzde 77’si ve çalışanların yüzde 81’i alt sözleşme ilişkisi içerisindedir. AB’ye üye merkez 15 ülkenin 2001 yılı sonunda Merkez/Doğu Avrupa Ülkelerine (CEECs) doğrudan yatırım faaliyetleri  toplam  yüzde 75’e ulaşmış; doğrudan yatırım faaliyetlerinin yüzde 80’den fazlası AB’ye yeni üye olan Çekoslavakya, Polonya, Slovakya, Slovenya ve Estonya’ya; yüzde 70’i ise Macaristan, Litvanya, Romanya ve Bulgaristan’a yönelmiştir. En büyük yatırımcı Almanya, ikinci Hollanda iken, üçüncü ise İsveç ve ABD’dir.[11]  Türkiye'de Petrol-İş’in üyesi olduğu IndustriALL (Küresel Sanayi İşçileri Federasyonu) 2012 Ekim ayının başında taşeron çalışmayla ilgili olarak hazırladığı rapordaki istatistiki veriler de çarpıcıdır.[12]

 

c. Taşeron Çalışma: Despotik Bir Emek Rejimi

 

Taşeron çalışmada, üçlü bir istihdam ilişkisi söz konusudur, işgücünü kullanan işletme, aracı (taşeron) kuruluş ve işçi arasında üçlü bir ilişki kurmasıdır. Taşeron çalışmayı emek süreci kapsamında hem artı-değerin hem de egemenlik ilişkilerinin başlangıç noktası olduğunu belirtebiliriz.[13] Taşeron çalışma, bir artı-değer üretimi aracıdır, dolayısıyla bir kapitalist emek süreci örgütlenmesidir. Bir şeyler üretmek için işçilerin içine girdikleri toplumsal ilişkiler, ne zamanki çalışma artı-değer üretimi aracı halini alır, o zaman kapitalist emek sürecine dönüşür. Bu da, sermayenin karlı bir üretim için, bir meta olan emek-gücünü emeğe dönüştürme kapasitesine dayanır. Dolayısıyla kapitalizmde emeğin biricik özelliği bir meta olmasıdır. Taşeron çalışma, sermaye birikim mantığının, sermayeyi sürekli olarak üretim sürecinin yenilemeye itmesi sonucu ortaya çıkmıştır. Sermaye, kendi ekonomik çıkarları doğrultusunda emek üretkenliğini artırarak kapitalist rekabette daha güçlü konuma geçmeye çalışırken, sermayenin emeği vasıfsızlaştırmayı tercih ettiği durumlar olabileceği gibi; emeğin vasfına gereksinim duyacağı durumlar da olabilir.[14]

 

Taşeron çalışma despotik bir emek rejimi özelliği ile karşımıza çıkar. Taşeron çalışmada denetim gerekliliği vardır. Değer üretimini sürekli kılabilmek için denetimi gerçekleştirmek, sermaye için sürekli bir gerekliliktir, bu denetim baskı üzerinde yükselir.[15] Kapitalist denetim Marx’tan hareketle şöyle açıklanabilir; sermaye emeği değil, emek-gücünü satın alır ve emek gücünün emeğe çevrilmesi sistematik bir denetimi gerektirir.[16] Üretim sürecinde (teknik işbölümü kapsamında) emeğin örgütlenmesi ve işleyişi üzerinde işverenin denetimi mülkiyet hakkına dayanır. Taşeronluk,  emek gücünü kullanan ve kiralayan arasında bir ayrım gerçekleştirilebilmiştir. Esas kapitalist emek gücünü kullanırken; taşeron, işçiyi onun yerine kiralamaktadır. Mevcut üretim araçlarının kontrolü ve bu kontrolün tesisinde mülkiyet, kural olarak gerçek işverenin ellerindedir. Yaratılan artı-değerin temellükünü de taşeronu kullanan işverenin gerçekleştirmesi beklenir. Aralarındaki sözleşmenin terimleri her ne olursa olsun, gerçekte taşeronun edimi, belirli bir miktar para karşılığında, emek gücü üzerinde işveren için gerekli denetimi ve işverenin mesuliyetlerin önemli bir kısmının kendi hukuki şahsiyetinde toplanması hedeflerini gerçekleştirmektir. İşvereni sorumluluklardan kurtardığı ölçüde, bu denetimi tesis etmek için gereken maliyete kural olarak, taşeron katlanacaktır. Taşeronlaşmanın temel özelliğinin, artı-değerin paylaşılmasından ziyade, işçi üzerinde kurulması gereken denetimin gerçekleştirilmesi hedefinde aranması gerektiğini belirtebiliriz.[17]

 

Emek rejimlerinde denetim, basit bir antagonizmadan öte, rıza  ve baskıyı içeren karmaşık ve çelişkili bir yapıyı barındırır. Despotik emek rejimleri, baskının rızaya üstün geldiği rejimlerdir.[18] Despotik emek rejimleri, piyasanın anarşik yapısına tabidir. Piyasanın anarşik yapısı, kapitaliste istediği gibi işe alıp çıkarma ve istediği sürelerde çalıştırma imkanı sağlamaktadır. Marx’ın “piyasa despotizmi” olarak adlandırdığı bu durum, emeğin sermayenin mutlak egemenliği altına girmesini sağlarken, üretimin siyasetine de despotik bir karakter verir. Despotik emek rejimlerinde, emek gücünün yeniden üretimi devlet tarafından güvenceye alınmamıştır. Devlet, fabrika içindeki yapıya emek politikaları ve/veya sosyal politikalarla müdahale etmemektedir. Despotik emek rejimi, bir yedek işçi ordusunu oluşturan işsizlerin rekabeti altında yapıldığı bir arkaplan içinde gerçekleşmektedir.[19] Küresel kapitalizmde, hem merkez hem de çevre ülkelerde, taşeron emekçiler, sabit süreli sözleşmeler olmadan, çeşitli görevler yapacak biçimde esnek ve sürekli mekan değiştirecek şekilde hareketli hale gelip güvencesiz bir konuma itilmişlerdir. Bu koşullar despotik emek rejimi koşullarıdır.[20]  

 

Taşeron firma ile ana firma arasındaki bağımlılık ilişkisi baskı koşullarını yeniden üretir. Taşeron çalışma, üretim sürecinin parçalanmasının bir ürünüdür ve bu parçalanma, ana firma ile taşeron firma arasında bağımlılık ilişkisi yaratmaktadır ve bu bağımlılık ilişkisinde ana firma çok güçlüdür. Bu bağımlılık ilişkisi içinde işgücüne göreli iyi ücretler, sosyal güvence ve belki sendikalaşma imkanı tanırken; kendine bağımlı taşeron firmayı, işgücüne yönelik uygulamalarda “en geri” noktaya gitmeye zorlamaktadır. Düşük işgücü maliyeti baskısı, despotik emek rejimlerini yaratmaktadır.[21] Taşeron firmalar arası rekabet “dibe doğru koşu” biçiminde gerçekleşmektedir. Taşeron firma, ana firmanın verdiği işi alabilmek için despotizmi, ücretler, çalışma saatleri ve çalışma koşulları anlamında en sert biçimde uygulanmaktadır.[22]  İşçi sınıfında, meydana gelen katı bölünmeler ve hiyerarşiler baskı koşullarını yeniden üretir. Mekansal parçalanma söz konusudur daha vahim olansa, kuşkusuz işçi sınıfı içindeki hiyerarşinin aynı mekanda gerçekleşmesidir. Bir firmanın mekansal sınırları içinde ana firmanın işçilerine hegemonik emek rejimi uygulanırken; taşeron firma işçilerine despotik emek rejimi uygulanmaktadır.[23]

 

Emek sermaye çelişkisinin örtüsü haline gelen mekanizmalar akrabalık, hemşerilik, komşuluk, etnik ve dini yakınlık,siyasal aidiyetler gibi ilişki biçimleri ile ortaya çıkmaktadır.[24] Taşeronların, asıl işverenliğin yansıttıkları riski üstlenmelerinin ve esnekleşmelerinin tek yolu, enformel faaliyet ve istihdam yaratmaktır. Ülkemizdeki üretim ilişkilerindeki enformelleşme sürecinin bir örneği Tuzla bölgesindeki özel tersanelerdir. Emek sürecinde alt sözleşme ilişkileri ile oluşan fason, taşeron yan sanayi gibi nitelikleri açısından farklılaşan tüm formlar sistematik olarak bir arada görülür.[25] Tuzla’da tersanede çalışan işçi olarak çalışan ustaların çoğunluğu taşeronluk yapmak üzere işlerinden ayrılıp yanlarına aldıkları işçilerle bir firma kurmuşlardır. Asıl işverenliğin taşeronlara teşviki genellikle, iş sağlamak ve yer ve iş aleti tahsis etmek şeklindedir. İşin, taşeronun henüz firma kurmadan sağlanması başlangıç sermayesini oldukça düşük seviyeye çekmektedir. Taşeronluk firmasının kurulması için sermayeye gerek yoktur. Tuzla’da bir taşeron şöyle anlatmaktadır: “Taşeronun yanında ustabaşılık yapıyordum. Tüm işleri biz yaptığımız için mühendisler önayak oldu. Firma kur, biz işi sana verelim, işi ekibini topla, işi sen yap, dediler. Böylece başladım… İşi kurarken maddi bir teşvikleri olmadı ama onlar teklif etmese işe girmezdim.”[26]

 

Taşeron çalışma, yalnızca sanayi sektörü için geçerli değildir; çağrı merkezlerinden hastanelere, bankalardan kamu hizmetlerine kadar yaygınlaşmaktadır. Dolayısıyla taşeron çalışma, emeğin oldukça vasıflı olduğu alanlardan en vasıfsız olan alanlara kadar uzanan bir emek süreci örgütlenmesidir.[27]

 

d. Türkiye'de Taşeron Çalışmaya Dair Sayısal Veriler

 

1980’li yıllardan itibaren taşeron kullanımı, önce belediyelerin temizlik işlerini taşeron firmalara vermeleriyle başlayıp sonra diğer alanlara sıçramıştır. Çalışma ve Sosyal Güvenlik  Bakanı Faruk Çelik’in yaptığı bir açıklamaya göre, “Alt işverenler tarafından bildirimi yapılan toplam taşeron işçisi” sayısı 2002 yılında 387.118 iken, 2011 yılında 1.611.204 oldu. Kamu sektöründe ve özel sektörde birçok şirket, alt işveren (taşeron) olarak gözükmeden bu işi yapmaktadır. Bu nedenle, Bakanlık’ın bu rakamları, gerçek durumun ancak bir bölümünü yansıtmaktadır. Gerçekte taşeron/müteahhit işçilerinin sayısı daha yüksektir. Türkiye sermayesi uluslararası alanda ucuz emekle rekabet etmektedir.[28] Tabii, ülkede çok sayıda kayıt dışı faaliyet yürüten aracı firmanın bulunması, gerçek rakamların yüksek olduğunu açıklıyor.

 


 

Taşeronluk, özelleştirilen şirketler tarafından yoğun olarak tercih edilmektedir. 2000 yılında, özelleştirilen firmaların işgücünün yaklaşık yüzde 25’i taşeron şirketler tarafından sağlanmaktadır. Geçtiğimiz yıllarda, inşaat sektörünün tümüyle taşeron çalışmayla biçimlendiğini belirtebiliriz. Tekstil firmaları da kompleks taşeronluk ilişkileri içindedir. 2000 yılı verilerine göre, 25 işçiden fazla çalıştıran tekstil firmaların yaklaşık yüzde 30’u taşeron olarak işletilmektedir.[29]

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik, işçi ve işveren sendikaları konfederasyonları ve siyasi partilerin temsilcilerinin katılımıyla ''alt işverenlik, geçici iş ilişkisi ve uzaktan çalışma'' konularında yürütülen çalışmalara ilişkin değerlendirme toplantısı yaptı. Toplantıda, ''alt işverenlik, geçici iş ilişkisi ve uzaktan çalışma'' konusunda bakanlıkça hazırlanan rapor sunuldu. Taşeron işçiliğin en yaygın olduğu sektörler, 417 bin kişi ile temizlik ve 318 bin kişi ile inşaat sektörleri. Hizmet alımının en yaygın olduğu kamu kurumları, yüzde 36 ile belediyeler ve yüzde 14 ile KİT'ler ve yüzde 4 ile yüksek öğretim kurumları. Alt işveren yanında çalışan işçi, sık işveren değişikliği nedeniyle yıllık ücretli izne hak kazanamıyor. SGK verilerine göre, Türkiye'de 2011 yılında yaklaşık 12,5 milyon ''işten çıkış bildirgesi'' hazırlandı, ancak bunların sadece yüzde 10'u kıdem tazminatına hak kazanabildi. Alt işverenlik uygulaması, yapısı gereği örgütlenmeyi ve toplu iş sözleşmesinden yararlanmayı imkansızlaştırıyor.

Kamuda taşeronlaştırmanın vardığı boyutu, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Eski Bakanı Ömer Dinçer, bir soru önergesine verdiği yanıtta ifade etmiştir. Dinçer’in verdiği bilgiye göre 2009 yılı itibariyle kamuda taşeronlar aracılığıyla 174 bin 857 işçi çalışmaktadır. Bu işçilerin 108 bin 242’si Sağlık Bakanlığı, 10 bin 239’u Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu’nda, 7 bin 429’u Karayolları Genel Müdürlüğü’nde, 6 bin 678’i Türkiye Kömür İşletmeleri’nde, 4 bin 603’ü Elektrik Üretim A.Ş.’de, 2 bin 16’sı Genelkurmay Başkanlığı bünyesinde istihdam edilmektedir. Kamuda istihdam edilen 174 bin 857 işçiye yerel yönetimler dahil değildir. Aynı yıl itibariyle kamu toplu iş sözleşmelerinin kapsadığı işçi sayısının 315 bin olduğu dikkate alındığında, neredeyse –yerel yönetimler haricinde– kamuda her iki kamu işçisinin başına bir taşeron işçinin düştüğü görülmektedir.[30]

 

Hükümet, kamu hizmetlerinin ve diğer gereksinimlerinin ihale yoluyla karşılanması politikasını kararlı bir biçimde uygulamaktadır. Böylece hem yandaşlar zenginleştirilmekte, hem de sendikasızlaşma ve ucuz işçilik sağlanmaktadır. Kamu hizmetlerinde taşeronlaşma, taşeron işçilerinin sayısının artmasını da getirdi.[31] Kamu işyerlerinin büyük çoğunluğunda tüm yardımcı işler taşeron şirketlere verildiği gibi, asıl işlerde de alt işveren ilişkisinin kurulduğu bilinmektedir. Kamudaki alt işveren ilişkilerinin çoğu muvazaaya dayanmaktadır. Yardımcı işlerde kurulan alt işveren ilişkileri bünyesinde istihdam edilen işçiler, asıl işlerde de çalıştırılmakta, kamudaki personel açığı ve artan iş yükü taşeron şirketlerde çalışan işçiler vasıtasıyla karşılanmaktadır. Birçok kamu işyerinde asıl işverenin işçileri hatta kamu personeli eliyle görülmesi gereken işler, taşeron şirket işçilerine yaptırılmaktadır. Kamuda taşeronlaştırma, ucuz işgücü temini, personel açığının giderilmesi ve rant dağıtımı amacıyla kullanılmaktadır.[32]

 

İstanbul İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi’nin 2012 yılı için düzenlediği raporda en az 878 işçinin iş cinayetlerinde yaşamını yitirdiğinin anımsatıldığı açıklamada, tamamı önlenebilir bu iş cinayetlerinin çok büyük bölümünün taşeron çalıştırma biçiminden kaynakladığı vurgulandı.

 

II. İktisadi İlişkilerin ve Taşeron Çalışmanın Hukukileştirilmesi

 

1980 koşullarında toplu iş hukuku değişirken, değişmemiş olan bireysel iş hukuku değişmek için 1994 krizini beklemek durumunda kalmıştı. Hem iş mevzuatının hem de emek piyasalarının katılığına çözüm bulunmalıydı. İş mevzuatının katılığı, işçilerin, işveren karşısında konumlarını güçlendiren tüm düzenlemelerin azaltılması, sınırlandırılması ve/veya ortadan kaldırılması ile aşılmalıydı.[33] İşgücü piyasasına ilişkin “ilk kuşak reform”un merkezinde 2003’te yürürlüğe giren 4857 Sayılı İş Kanunu vardı. Çalışma biçimlerinde ve çalışma saatlerinde esneklik ve taşeronluk müessesesi meşrulaştırılıp hukuka uygun hale getirildi.

 

Saf bir meta olarak algılanan emeğin kullanımını imkan dahilinde sokan şey olarak buyurma iktidarını yaratan ilişki bireysel iş hukuku ile kurulur. Kuramsal olarak değişim alanında doğan (ve soyut emek terimleri ile yazıya geçirilen) bu ilişki, sonuçlarını, somut emeğin kullanım değeri üzerinden, teknik işbölümünü oluşturan ilişkiler bütünlüğü içerisinde verir. Ayrıca bireysel kapitalist ve bireysel işçi arasında gerçekleşen emek gücünün alım-satım sürecini düzenler.[34]

 

Marx Alman İdeolojisi’nde (1845) şöyle demektedir: “Sanayi ve ticaretteki gelişimin yeni mübadele biçimleri yarattığı her durumda, hukuk bunları, düzenli olarak, mülkiyetin kazanılma tarzlarına yerleştirmek zorunda kalır.”[35] İş Yasası da şu anki gibi var olanı yani ekonomik alt yapıyı hukukileştirmeye çalışmış ve sermayenin önündeki engelleri kaldırmıştır. Bir diğer tespiti de Poulantzas da yapıyor; iş hukuku, liberal hukuk söyleminin ve devlet iktidarının bir cüzünü oluşturur. Diğer bir deyişle, iş hukuku, birikim dinamikleri ve stratejileri ile uyumlu olarak, bazı toplumsal ilişkileri destekler ve var ederken; diğer toplumsal ilişkileri ise görünmez kılmakta ya da açıkça yasaklamaktadır.[36]

 

Emek-sermaye ilişkisinin düzenlemesinde özel hukukun ya da borçlar hukukunun rolünün artması ile iş hukuku metinleri de borçlar hukuku metinlerine yakınlaşmıştır. Bu dönüşüm, iş hukukunu oluşturan toplam malzemenin içerisinde “sözleşme özgürlüğü” prensibinin artan belirleyiciliğinin izlerini taşıyan yeni iş sözleşmesi biçimlerinde gözlemlenmektedir.[37] Engels, “her özel durumda ekonomik olgular, hukuksal yaptırımdan yararlanmak için hukuksal biçim kazanmak zorundadır” derken, hukukun iktisadi koşulların işleyişini güvenceye aldığını belirtmektedir.[38]

 

Engels, Conrad Schmidt’e mektubunda (1890) şöyle demektedir: “İktisadi ilişkilerin hukuk ilkeleri olarak yansıması da zorunlu olarak baş aşağıdır.”[39] Önce mahkeme içtihatlarıyla sonra doktrine hakim olan ve en veciz ifadesini “yeni” İş Kanunu’nda bulan neoliberal iş hukuk söyleminin esaslı özelliklerinden birisi emek ve sermaye arasındaki çelişkinin ve bunun sosyal eşitsizlikler şeklindeki görüngülerinin tümden inkarıdır. Buna göre, işçi ve işverenin çıkarları zıt değil, işçi-işveren birbirlerini tamamlayan taraflardır.[40] Bu duruma Engels/Kautsky de işaret etmiştir: “Burjuvazinin hukuk hayali işçi sınıfının içinde bulunduğu durumu bütünüyle ifade etmeye yetmez.”[41] Hukuk, bazen gerçekliği çarpıtmak durumundadır ya da baş aşağı yansıtan yansımalardan biridir. Marx hukuku “ideolojik biçim” olarak nitelendirmektedir.[42] Hukuk ve konumuz itibariyle iş hukuku kapsamındaki yasalar sermaye-emek çelişkisini gölgelemek üzere kurgulanmak durumundadır. Küçük bir parantez açarak söyleyebiliriz ki; bu dönem çıkan iş ve sosyal güvenlik yasalarında ve UİS Taslağı’ndaki hakim anlayış yoksullukla mücadele adı altında, sosyal korumanın, önerildiği, işçi sınıfı – burjuvazi arasındaki bağ altüst edilip bu bağ farklı bir ilişki olarak yeniden üretilmektedir.[43]

 

1994 krizinden sonra, emek piyasası üzerinde baskısını artıran bir istihdam biçimi olarak taşeron çalıştırmaktır. Taşeronluk gibi hukuk teknolojilerinde, emek piyasasının talep cephesinin yapısal üstünlüğünün izi sürülebilir. Hukuk hiçbir zaman egemen sınıfın basit bir aracı olarak kavramsallaştırılmamalıdır.[44] Yasalar, belirli bir grup ve tarafları açıkça korumak gayesiyle çıkarılamazlar. Hukuk evrensel ve biçimsel olmalı, bizatihi bu biçimi nedeniyle kapitalist üretim ilişkilerini yeniden üretebilmeli ve sürdürebilmelidir. Yasalar teker teker kapitalistleri korumak için çıkartılamaz, fakat kapitalist üretim ilişkilerini yeniden üretmek ve ya da sürdürmek denilen şeyin bizatihi kendisinin eğilimsel olarak belirli sınıf pozisyonlarındaki insanları koruyacağı gerçeğini örtmek maksadını gütmemektedir. [45]

 

2003’te yeni iş yasası çıkmadan önce, 1475 sayılı İş Yasasının yürürlükte olduğu dönemde, asıl iş veya yardımcı işlerin alt işverenlere devrinde herhangi bir sınırlama yoktu. İş Yasası yürürlüğe girdikten sonra başta kamu kurum ve kuruluşlarında taşeron çalışma yaygınlaşmıştır. Özel sektör işletmelerinde de yardımcı işlerin hemen hemen hepsinin alt işverenlere verildiği bilinen bir gerçektir. İş Yasası 2. maddenin kapsamı dışında da muvazaalı bir biçimde asıl işlerin de taşerona devredildiği bir süreç yaşanmıştır.

 

2003’te İş Yasası’nın yürürlüğe girmesi, işçi sınıfına bir saldırı olması üzerinden bir dönüm noktası olarak değerlendiriliyordu. İşçi sınıfına ikinci saldırı dönemi de 12 Eylül 2010 Referandumu kapsamında başlamıştır. Referandumla HSYK’nın yapısı değiştirilip, Yargıtay ve Danıştay’a da müdahale edilmiştir. Yargı yürütmeye hakim kılınmıştır. İş hukuku sosyal devlet koşullarında “suni de olsa” işçi-işveren dengesi üzerine oturtulup, “işçi lehine” çubuk bükülmüştü. İşçi lehine çubuk bükülmesinde işçinin işveren karşısında güçsüz olan kesim olduğu düşüncesi hakimdi. Fakat bu güçsüzlüğün işveren aleyhine de kurulamayacağı yani işçi-işveren dengesinin zarar görmemesi esastı. Yargıtay’da 2011 yılında kurulan iş hukuku ile ilgili yeni dairenin kararlarında da suni olarak kurulan emek-sermaye dengesinin sermaye yönüne evrildiği gözükmektedir. Toplu ve bireysel iş yasalarında veya sosyal güvenlik yasalarında yapılan değişiklikler ve değiştirilmesi hedeflenenler de bu durumun yansımasıdır.

 

Referandum sonrası emeğe saldırının önünde de hukuki bir engel kalmamış ve yeni bir saldırı dönemine girilmiştir. Marx’ın Ren Bölgesi Demokratlar Komitesi Davası’nda (1849) yaptığı savunmada Fransız Medeni Kanunu’na dair şunu belirtiyordu: “18. yüzyılda doğan ve 19. yüzyılda gelişen burjuva toplumu, hukuksal ifadesini bu Kodda bulmaktadır yalnızca. Bu toplumsal koşullara uygunluğu sona erer ermez bu Kod basit bir kağıt parçasına dönüşür.”[46] Marx’ın belirttiği üzere sermaye birikiminin önünde engel olan yasaların yerini ya yeni yasalar alacak ya da yasalar kapsamlı değişikliklere maruz kalacaktır. “İkinci kuşak reformların” merkezinde İş Yasası’nın daha da esnekleştirilmesi yönünde yeni talepler söz konusudur[47] ve bu talepler UİS taslağı kapsamında önümüze getirilmektedir.

 

Özetle, 2003 yılında yürürlüğe giren İş Yasası öncesinde taşeronla ilgili düzenleme yokken ve taşeron çalışma günümüzle kıyaslanmayacak kadar yaygın değilken, ekonomik bir olgu olan taşeron çalışmanın hukuksal bir biçime kavuşması gerekiyordu. 2003 yılında yasa kapsamında düzenlenmesi, sermaye için bir kısıtlamayı içerse de (asıl işlerde birlikte aranan üç şartla düzenlenmişse de) sermaye birikimi sağlamıştı. Uluslararasılaşma sürecinde kapitalizm UİS Taslağı ile sermaye birikiminin önündeki bu hukuki engelin kaldırılmasını hedeflemektedir.

 

Taşeronlaşma ile yaratılan yenilik sorumluluk transferidir. Gerçek işveren ile taşeron arasında imzalanmış sözleşmenin kapsamı içinde bulunmayan bir pozisyonda çalıştırılması koşuluyla, işçi sıfatını ve gerçek işverene yönelebilme hakkını kaybeder. İş yargılaması ve İş Yasası bağlamında, taşeronun işverenle arasındaki anlaşma gereği yaptığı iş o işyerinde gerçekleştirilen üretimle doğrudan bağlantılı değilse, taşeron gerçek işverenden hukuken ayrı sayılacaktır.[48]

 

a. İş Yasası Kapsamında Taşeron Çalışma

 

2003 yılında İş Yasası taşeron çalıştırmayı hukukileştirirken, gerekçesinde şöyle açıklıyordu: “İşyerinde alt işverene iş verilmesi çalışma hayatının gereksinimlerinden biri ve hukuki dayanakları bulunan bir ilişki olduğu bilinen bir gerçektir. Ancak, 1980’li yıllardan sonra ekonomik şartların etkisiyle de olsa alt işverenlere işlerin verilmesinde sayısal artışlar olmuş ve bunun sonucu işçilerin bireysel ve kolektif haklarının sınırlandırılması, kullanılamaz hale getirilmesinin yaygın örneklerinin bulunduğu yargıya intikal eden uyuşmazlıklarla da doğrulanmıştır. Yargıtay’ın tespitlerinde muvazaalı işlemlerin belirli ölçütlerle açıkça ortaya konulması ve hukuki sonuçları, önemli bir fren oluşturmuşsa da; yüksek mahkemenin görüşleri de dikkate alınarak asıl işveren-alt işveren ilişkisinin kötüye kullanılmasına fırsat yaratmamak üzere konunun madde hükümleri arasına alınarak düzenlenmesi uygun görülmüştür.”

 

Taşeron çalıştırma ya da alt işveren ilişkisi hala mevcut olan durumu İş Yasası’nda (madde 2/6)  şu şekilde düzenleniyor: “Bir işverenden, işyerinde yürüttüğü mal veya hizmet üretimine ilişkin yardımcı işlerinde veya asıl işin bir bölümünde işletmenin ve işin gereği ile teknolojik nedenlerle uzmanlık gerektiren işlerde iş alan ve bu iş için görevlendirdiği işçilerini sadece bu işyerinde aldığı işte çalıştıran diğer işveren ile iş aldığı işveren arasında kurulan ilişkiye asıl işveren-alt işveren ilişkisi denir. Bu ilişkide asıl işveren, alt işverenin işçilerine karşı o işyeri ile ilgili olarak bu Kanundan, iş sözleşmesinden veya alt işverenin taraf olduğu toplu iş sözleşmesinden doğan yükümlülüklerinden alt işveren ile birlikte sorumludur.”

 

İş Yasası’nda maddenin devamında (madde 2/7) düzenleme ise şu şekildedir: “Asıl işverenin işçilerinin alt işveren tarafından işe alınarak çalıştırılmaya devam ettirilmesi suretiyle hakları kısıtlanamaz veya daha önce o işyerinde çalıştırılan kimse ile alt işveren ilişkisi kurulamaz. Aksi halde ve genel olarak asıl işveren alt işveren ilişkisinin muvazaalı işleme dayandığı kabul edilerek alt işverenin işçileri başlangıçtan itibaren asıl işverenin işçisi sayılarak işlem görürler. İşletmenin ve işin gereği ile teknolojik nedenlerle uzmanlık gerektiren işler dışında asıl iş bölünerek alt işverenlere verilemez.”

 

İş Yasası’nın (madde 2/6)  hükmünden anlaşıldığı üzere işyerinde yürütülen “yardımcı işler” alt işverene verilebilmekte ve yasa bu konuda bir sınırlama öngörmez. Bu hükme göre temizlik, güvenlik, yemekhane gibi yardımcı işlerin taşeron şirketlere verilmesinde sınırlama yoktur. İşyerinde yürütülen “asıl iş” yönünden, yasanın bazı kısıtlamalar getirmiş ve açıklayacağımız üç koşulun bir arada olmaksızın asıl işin alt işverene verilemeyeceğini düzenlemiştir. Asıl işin bir bölümü ancak ve ancak teknolojik nedenlerle yabancı uzmanlık gerektiren işlerde, işletme ve işin gereği olan durumlarda alt işverene verilebilmektedir. Burada yasanın kullandığı “ile” bağlacı hayati önem arz etmektedir, “ile” bağlacı “veya” anlamında değil “ve” anlamında kullanılmaktadır. Yargısal denetim anlamında “işletme ve işin gereği” kavramı muğlak, belirsiz ve soyut olup net değildir. “Örneğin alt işveren çalıştırılmasını işin sevk ve yönetiminde kolaylık, maliyette ucuzluk denklemi içerisinde ele alan bir işletme de, işin sevk ve yönetimini kolaylaştırıyor, sendikalaşmayı güçleştiriyor, daha ucuz işçi çalıştırılmasını ya da ücretlerin baskılanmasını sağlıyorsa, işletme açısından hemen her koşulda işin ve işletmenin gereği gerçekleşmiş demektir.”[49]

 

Yargıtay, üç şartı birlikte aramakla birlikte “teknolojik nedenlerle uzmanlık gerektiren” işler kriterini baskın öğe olarak nitelendirmektedir.[50] 2. maddenin yedinci fıkrası ile de, asıl işverenin işçilerinin alt işveren tarafından işe alınarak çalıştırılmayacağı, çalıştırıldığı durumda da muvazaadan söz edilmekle birlikte o işçinin asıl işverenin işçisi sayılacağı düzenlenmiştir.

 

Mevcut yasanın ilgili düzenlemesinin aksine düzenlemeler de mevcuttur. 5393 Sayılı Belediyeler Kanunu’nun 67. Maddesi ile Belediyeler ve bağlı kuruluşların asıl işlerini de 6. fıkradaki sınırlamalar olmaksızın alt işverenlere verebileceği düzenlenmiştir.

 

12 Temmuz 2006 günü Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 5538 Sayılı Yasa’nın 18. maddesiyle, 4857 Sayılı İş Yasası’nın 2. maddesinde taşeron çalıştırmayı düzenleyen maddenin sonuna eklediği fıkralarla taşeron işçilerine ve sendikalara bir kazık atıldı. Getirilen düzenlemeyle, kamu kurum ve kuruluşlarında taşeron işçisi olarak çalışanların, asıl işyerinde geçerli olan haklardan yararlanmasının önü kapatılmaya çalışılmıştır.

 

Türkiye tarafından onaylanmış 94 sayılı ILO Sözleşmesine (Bir Amme Makamı Tarafından Yapılan Mukavelelere Konulacak Çalışma Şartlarına İlişkin Sözleşme) göre, merkezi idare tarafından yapılan ihalelerde işin ihale safhasında ihale şartnamesine, işi alacak müteahhit veya taşeronun, çalıştıracağı işçilere o işkolunda imzalanmış toplu iş sözleşmesinde yer alan ücretlerden daha düşük ücretler veremeyeceği, toplu sözleşmede sağlanmış olan çalışma koşullarından daha kötüsünü sağlayamayacağına ilişkin açık hükmün konması gerekmektedir.[51]

 

Tuzla tersanelerindeki taşeron işçilerinin uğradıkları iş kazaları dolayısıyla kamuoyunun dikkatinin taşeronlaşma felaketine çekilmesi üzerine[52], 2008 yılında 5763 sayılı Kanunun 1. Maddesiyle 4857 sayılı İş Kanununun 3. maddesinin ikinci fıkrası değiştirildi ve asıl işveren-alt işveren ilişkisinin denetlenmesi ve muvazaanın tespiti konusunda iş müfettişlerine görev verildi. Yasadaki değişiklik üzerine çıkarılan Alt İşverenlik Yönetmeliği ise 27.9.2008 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanarak bu tarihte yürürlüğe girmiştir. Ülkemizde muvazaalı taşeronluk ilişkisinin yaygınlığı söz konusudur. Yönetmelikte muvazaanın kapsamına giren konular şöyle sayılmaktadır:

1)      “İşyerinde yürütülen mal veya hizmet üretimine ilişkin asıl işin bir bölümünde uzmanlık gerektirmeyen işlerin alt işverene verilmesini,

2)      Daha önce o işyerinde çalıştırılan kimse ile kurulan alt işverenlik ilişkisini,

3)      Asıl işveren işçilerinin alt işveren tarafından işe alınarak hakları kısıtlanmak suretiyle çalıştırılmaya devam ettirilmesini,

4)      Kamusal yükümlülüklerden kaçınmak veya işçilerin iş sözleşmesi, toplu iş sözleşmesi yahut çalışma mevzuatından kaynaklanan haklarını kısıtlamak ya da ortadan kaldırmak gibi tarafların gerçek iradelerini gizlemeye yönelik işlemleri”

Yönetmeliğin 11. maddesi ise İş Yasası’nın 2. maddesinde düzenlenen ya da “ile” bağlacı ile anlatılan koşulların birlikte aranması gerektiğine dair İş Yasası’na göre daha açıklayıcı düzenlediği söylenebilir. Taşeronluk için “üç şartın birlikte gerçekleşmesi”nin vurgulanması TİSK başta olmak üzere işveren örgütlerinin tepkisini çekmiş, bakanlık yeni yönetmelik taslağı hazırlamaya girişmiştir. İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu Tasarısı Taslağında (2010) taşeronlukla ilgili düzenleme söz konusuydu, İş Yasası’nın 2. maddesindeki “ile” bağlacının yerine “veya” bağlacı getirilirken sonradan tasarıdan çıkarılmıştır. Tasarı ile muvazaa hukukileştirilmek ve taşeron çalışmanın önündeki engeller kaldırılmak istenmişti.

Yargının taşeron çalışma konusunda sınırlandırıcı bir yorum yaparak asıl işlerin alt işverene verilerek üretilen güvencesizliği bir nebze olsun sınırlaması, yasa çıktığı tarihten beri sürekli olarak hem yargı kararlarının hem sınırlandırıcı düzenlemelerin neredeyse her fırsatta eleştirilmesini beraberinde getirmişti.[53] İşveren kesiminin taleplerinin arasında işgücü maliyetinin yüksekliği ve işgücünün daha fazla esnekleştirilmesinin talep edildiği torba yasa olarak da bilinen 6111 Sayılı Yasa’nın (2011) gerekçesinde 4857 Sayılı İş Yasası’nda esnek düzenlemelerin yetersiz olduğu vurgulanmıştır.[54] UİS Taslağının ilk versiyonunun bir kısmının dahil edildiği İş Yasasına ait düzenlemelerin büyük çoğunluğu bu torba yasadan çıkarılmıştı. Bu torba yasanın tasarısının gerekçesinde burjuvazinin yeni dönem talepleri şöyle kapsanıyordu: “1990’lı yıllarla birlikte hızlı teknolojik gelişme, piyasaların entegrasyonu ve artan rekabet işgücü piyasalarında da yansımalarını bulmuş, üretimin esnekleşmesi ve tüketim kalıplarının değişmesi çalışma ilişkilerinde de değişik yönelimleri beraberinde getirmiştir.”[55]

IMF’nin 4’üncü Gözden Geçirme Raporu’nda UİS taslağının ilk versiyonuna atıfta bulunulmuştur:Bu açıdan Direktörler, artan bir esneklik getiren ve emek piyasasında kimi yapısal sorunlara hitap eden kapsamlı istihdam stratejisi hazırlıklarını memnuniyetle karşılamıştır denilmektedir. UİS taslağının ilk versiyonunun açıklandığı günlerde (2010) Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu (TİSK) Başkanı Tuğrul Kutadgobilik, düşüncelerini şöyle aktarmıştı: “Taleplerimizin yaklaşık yüzde 60-70′inin bu metinde yer almasından memnun olduk.”

 

Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu (TİSK), Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) ile Türkiye Sanayici ve İş Adamları Derneği (TÜSİAD), 23 Temmuz 2009 tarihinde “TİSK, TOBB ve TÜSİAD’ın Esneklik Konusundaki Ortak Görüş ve Önerileri (Gözden Geçirilmiş Metin)” başlıklı bir metin yayınlamışlar ve metinde şu talep de yer almıştır: “Asıl-alt işveren ilişkisinde, neredeyse her durumda ilişkiyi muvazaalı hale getiren, normal bir ilişkinin kurulması için yedi farklı unsurun birarada gerçekleşmesi halinde (hepsinin birlikte aranması tartışmalı ise de, Yargıtay’ın da içinde olduğu bir grup bu görüşe ağırlık vermektedir) ilişkiye geçerlik tanıyan yasal düzenleme, uygulamada önemli sorunlara yol açmaktadır. Bu nedenle alt işveren ilişkisinin kurulmasında esneklik sağlayacak şekilde koşulların ayrı ayrı aranacağı bir düzenleme yapılmalıdır”[56]

 

Taşeronluk sözleşmesi gibi “hukuksal teknolojiler”, iş sözleşmelerinin “katılıklarının” yarattığı olumsuz sonuçları gidermesi beklenmektedir; emek piyasasının bireysel işçi üzerinde yarattığı baskı, bireysel kapitalistlere taşeronluk mekanizmasını kullanmak için gerekli iktidarı vermektedir.[57] Ayrıca üretimin neoliberal söylemine içkin olan “sözleşme özgürlüğü” ilkesi, aynı bireysel kapitaliste, daha önce çıkardığı daimi işçileri yeniden yerlerine yerleştirmeksizin taşeron ve/veya ev-eksenli çalışan işçilerle işgücü boşluğunu doldurmanın yasal araçlarını sağlamaktadır. Diğer bir nokta da, Türkiye’de kuralsızlaştırma, kendi savunucularının hevesle tekrar tekrar ifade ettikleri gibi, istihdamın artmasını sağlamamıştır. Aksine, sözleşmeli işçiler ve/veya taşeron işçilerle doldurulmak üzere boşluklar yaratarak varolan koşulları daha da kötüleştirmiştir. Taşeronluk, özelleştirilen şirketler tarafından yoğun olarak tercih edilmektedir.[58]

b. Ulusal İstihdam Stratejisi (UİS) Taslağı ile “Taşeron Cumhuriyeti”ne Doğru

08.02.2012 tarihli UİS Taslağı içerisinde yer alan 2012-2014 eylem planına göre taşeron çalışmaya dair kısıtlamaların hafifletilmesi hedeflenmektedir. Eylem planına göre işbirliği yapılacak kurumlar olarak Maliye Bakanlığı, Kalkınma Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı, Hazine Müsteşarlığı, SGK, Kamu İhale Kurumu ve sosyal taraflar sayılmıştır. Alt işveren ya da taşeron çalıştırma konusunda Ulusal İstihdam Stratejisi, uygulamada karşılaşılan sıkıntıları ortadan kaldırmaya yönelik olarak iş mevzuatında değişiklik yapılacağı belirtilmektedir. Özetle asıl işin taşerona verilmesinde birlikte aranan kısıtlayıcı unsurların kaldırılacağını, asıl iş yardımcı iş ayrımının da ortadan kaldırılacağını, taşeron çalışmanın yaygınlaştırılmasını, muvazaa kapsamındaki taşeron çalışmaların da yasallaştırıldığını belirtmemizde bir engel bulunmamaktadır. Bu düşüncelerimiz önümüzdeki kanun tasarısı taslağında da karşımıza çıkmaktadır. Hazine Müsteşarlığı’na bağlı Kamu Sermayeli Kuruluş ve İşletmeler Genel Müdürlüğü’nün de kanun tasarı taslağını destekleyen görüşleri kamuoyuna deklare edilmiştir.

Çalışma Bakanlığı tarafından Ulusal İstihdam Stratejisi (UİS) kapsamında hazırlıkları sürdürülen 4857 sayılı İş Kanunu ile Diğer Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı Taslağı’ndaki düzenlemeler şu şekildedir: İş Yasası’nın 2. maddesinin 6. fıkrasındaki asıl işlerin taşerona verilmesinde birlikte aranan üç unsur (işletmenin ve işin gereği ile teknolojik nedenlerle uzmanlık gerektiren işler)  kaldırılmaktadır ve şöyle düzenlenmektedir: “Bir işverenden, işyerinde yürüttüğü mal veya hizmet üretimine ilişkin yardımcı işlerde veya asıl işin bir bölümünde iş alan ve bu iş için görevlendirdiği işçileri sadece o işyerinde çalıştıran diğer işverene alt işveren denir.” Taslağa göre 6. fıkra dışında diğer maddelerde de yer alan asıl iş yardımcı iş arasındaki engel ortadan kaldırılmaktadır. Kamu Sermayeli Kuruluş ve İşletmeler Genel Müdürlüğü asıl işin de alt işverenler tarafından yapılabilmesine imkan tanınmasını desteklerken, taşeron çalıştırmanın önündeki engellerin kaldırılmasını, KİT’ler açısından olumlu olarak değerlendirmektedir: “Öte yandan getirilen işbu düzenleme ile mevcut düzenlemede yer alan alt işverenlik ilişkisinde bulunması gereken kıstaslara yer verilmemesi nedeniyle asıl işverenin, işlerinin tamamını bölümlere ayırmak sureti ile birden fazla alt işverene verebileceği sonucu çıkmaktadır. Bu durum özellikle asıl işinin büyük bir kısmını alt işverenlere yaptıran/yaptırmak isteyen KİT’ler açısından olumlu olarak değerlendirilmektedir.”

İş Kanunu’nun 2. maddesindeki 6. fıkrasındaki şu ibare de taslaktan çıkartılmaktadır: “Bu ilişkide asıl işveren, alt işverenin işçilerine karşı o işyeri ile ilgili olarak bu Kanundan, iş sözleşmesinden veya alt işverenin taraf olduğu toplu iş sözleşmesinden doğan yükümlülüklerinden alt işveren ile birlikte sorumludur.” Böylelikle asıl işverenin sorumluluğunun ortadan kaldırılmasının hedeflendiğini görüyoruz.

 

İş Kanunu’nun 2. maddesindeki 7. fıkrasında da değişiklik söz konusudur. Asıl işverenin işçisinin taşeron yani alt işverenin işçi olamayacağı korunurken, bir dönem asıl işverenin işçisi olmuş (daha önce çalışıp çıkmış olarak yorumlayabiliriz) işçilerin alt işverenin işçisi olması önündeki engel ortadan kalkmaktadır. 7. fıkrada yer alan şu ifade de taslakta çıkarılmıştır: “Aksi halde ve genel olarak asıl işveren alt işveren ilişkisinin muvazaalı işleme dayandığı kabul edilerek alt işverenin işçileri başlangıçtan itibaren asıl işverenin işçisi sayılarak işlem görürler.” Kamu Sermayeli Kuruluş ve İşletmeler Genel Müdürlüğü muvazaanın hukukileştirilmesini şöyle desteklemektedir: “Taslak düzenleme ile, mevcut düzenlemede alt işverenlik ilişkisinden kaynaklanan ihlalin muvazaa olarak değerlendirilmesi ve böylece alt işverenin işçilerinin işbu muvazaaya dayanarak iş sözleşmesinin başlangıcından itibaren asıl işverenin işçisi sayılması uygulamasının sona erdiği görülmektedir. Söz konusu değişiklik ile mahkemeler tarafından muvazaaya hükmedildiği durumlarda kamu işçisi olmayı gerektiren şartları ve vasıfları haiz olmayan alt işveren işçilerinin otomatik olarak Kamu işçileri olarak kabul edilmesinin önüne geçilecektir.”

 

Taslakta 7. fıkranın devamında şöyle bir ek yapılmıştır: “Bu durumda veya alt işveren değiştiği halde alt işveren işçilerinin değiştirilmeden çalıştırılması ya da işin sevk ve idaresinin asıl işveren tarafından yürütülmesi halinde alt işveren işçilerine ödenecek ücret ve diğer sosyal haklar asıl işveren işçilerine ödenen emsal ücret ve sosyal haklardan az olamaz.” Kamu Sermayeli Kuruluş ve İşletmeler Genel Müdürlüğü, formalite icabı olarak konulan bu düzenlemeyi eleştirmektedir ve ucuz emek sömürüsünün önünde ufak bir engele bile tahammül edememektedir: “Öte yandan, yapılan tüm bu düzenlemelerin amaçlarından biri olan alt işverenin işçilerinin asıl işverenin işçilerinin sahip olduğu ücret ve sosyal haklara, asıl işverenin inisiyatifi dışında sahip olamaması gerektiği hususu madde metnine yansıtılamamış ve alt işverenlik ilişkisinin ruhuna aykırı olarak, alt işverenin değiştirilmesine rağmen alt işverenin işçilerinin değiştirilmediği durumlarda çalışan işçiler ile bu şartları taşımayan bir başka alt işveren işçileri arasında eşitliği ve iş barışını bozacak bir düzenleme öngörülmüştür.” 

 

5538 Sayılı Yasa’nın 18. maddesiyle, 4857 Sayılı İş Yasası’nın 2. maddesinde taşeron çalıştırmayı düzenleyen maddenin sonuna eklediği fıkralarda da değişiklik söz konusudur. Yasadaki bu fıkranın mevcut halinde kamu kurum ve kuruluşlarında alt taşeron işçisi olarak çalışanların asıl işverenin işçisi olamayacağı, kadrolu olamayacağı, asıl işçilerin yararlandığı toplu iş sözleşmesi, personel kanunları veya ilgili diğer mevzuat hükümlerine göre belirlenen her türlü malî haklar ile sosyal yardımlardan yararlanmaya hak kazanamayacağı düzenlenmişti. Kamu Sermayeli Kuruluş ve İşletmeler Genel Müdürlüğü, mevcut düzenlemeyi şöyle yorumlamaktadır: “Mevcut düzenleme ile her ne kadar kamu kurum ve kuruluşları açısından muvazaa tespitine dayanılarak alt işveren işçilerinin kamu işçisi olmalarının önüne geçilmesi amacıyla bir ayrıcalık getirilmek istenilmişse de uygulamada bu ayrım gözetilmemiş gerek mahkeme kararları gerekse iş müfettişi raporları ile yapılan muvazaa tespitleri sonucu alt işveren işçilerinin kamu işçisi olarak kabul edilmesi ile birlikte  bu madde işlevsiz hale gelmiştir.” Taslak ile öngörülen değişiklik ise şu şekildedir: “Asıl işveren, alt işverenin işçilerine karşı o işyeriyle ilgili olarak bu Kanundan, iş sözleşmesinden veya alt işverenin taraf olduğu toplu iş sözleşmesinden doğan yükümlülüklerinden alt işverenle birlikte sorumludur.” Getirilen bu düzenleme ile emek piyasasının parçalanmasının önüne geçilemediğinden, bu düzenlemenin etkisiz kalacağından bahsedilebilir. Kamu Sermayeli Kuruluş ve İşletmeler Genel Müdürlüğü, taslaktaki bir önceki düzenlemeyle muvazaa tespitine dayanılarak alt işverenin işçilerinin asıl işvereninin işçisi sayılmasının önüne geçilmesi amaçlandığından Taslağın ilgili fıkrasının bu haliyle uygun olduğu düşünülmektedir, demektedir. Özetle bu maddeyi koymanız sömürünün perdelenmesine iyi hizmet ediyor demektedir. Bakanlığın alt işveren işçilerinin asıl işyerindeki toplu sözleşmeden yararlanma olanağına kavuşacaklarına dair zaman zaman yapılan açıklama ile uyumlu bir madde söz konusu. Emek piyasasın parçalanmasının sendikalaşmayı engelleyeceğinden bu düzenleme sermayeyi korkutmamaktadır.

 

Mevcut yasada sonradan eklenen diğer fıkra da (m.2/9) tamamen kaldırılıyor. Mevcut düzenleme şu şekildedir: “Sekizinci fıkrada belirtilen işyerlerinde yükleniciler dışında kalan işverenler tarafından çalıştırılanlar ile bu işyerlerinin tâbi oldukları ihale mevzuatı çerçevesinde kendi nam ve hesabına sözleşme yaparak üstlendiği ihale konusu işte doğrudan kendileri çalışanlar da aynı hükümlere tâbidir. Sekizinci fıkrada belirtilen kurum, kuruluş veya ortaklıkların sermayesine katıldıkları ortaklıkların kadro veya pozisyonlarında çalışan işçilerin, ortak durumundaki kamu kurum, kuruluş veya ortaklıkların kadro veya pozisyonlarına atanma ya da bu kurum, kuruluş veya ortaklıklarda geçerli olan malî haklar ile sosyal yardımlardan yararlanma talepleri hakkında da sekizinci fıkra hükümleri uygulanır. Hizmet alımına dayanak teşkil edecek sözleşme ve şartnamelere;

a) İşe alınacak kişilerin belirlenmesi ve işten çıkarma yetkisinin kamu kurum, kuruluşları ve ortaklıklarına bırakılması,

b) Hizmet alım sözleşmeleri çerçevesinde ya da geçici işçi olarak aynı iş yerinde daha önce çalışmış olanların çalıştırılmasına devam olunması, yönünde hükümler konulamaz.”

 

Taslakta getirilen bir diğer düzenleme de şu şekildedir: “Asıl işveren, alt işverenin gerekli iş sağlığı ve güvenliği tedbirlerini alıp almadığını gözetmek ve denetlemekle yükümlüdür. Bu yükümlülük alt işverenin iş sağlığı ve güvenliği mevzuatından kaynaklanan yükümlülüklerini ortadan kaldırmaz.”

 

Taslakla İş Kanunu’nun 3. maddesinin 2., 3., ve 4. fıkraları kaldırılmaktadır. Kaldırılmak istenen İş Kanunu’ndaki maddenin bir fıkrası şu şekildedir: “Bu Kanunun 2 nci maddesinin altıncı fıkrasına göre iş alan alt işveren; kendi işyerinin tescili için asıl işverenden aldığı yazılı alt işverenlik sözleşmesi ve gerekli belgelerle birlikte, birinci fıkra hükmüne göre bildirim yapmakla yükümlüdür. Bölge müdürlüğünce tescili yapılan bu işyerine ait belgeler gerektiğinde iş müfettişlerince incelenir. İnceleme sonucunda muvazaalı işlemin tespiti halinde, bu tespite ilişkin gerekçeli müfettiş raporu işverenlere tebliğ edilir.” Taşeron çalıştırmanın sermaye birikimi için daha yaygınlaştırılması ve taşeron çalışmanın önündeki sınırlar kaldırılırken müfettişlerin teftiş yapma yetkisi de ortadan kaldırılmak istenmektedir.  Muvazaa hukukileştirilirken (yasalaştırılırken) hukuksal olarak incelenecek bir konu da haliyle kalmayacaktır.

 

İş Yasası’nda kamu makamlarının ve asıl işverenlerin, alt işverenlerin hak edişlerinden işçilerin ücret alacağını kesme yükümlülüğünü düzenleyen 36. maddede de değişiklikler söz konusudur. Bu maddede ücret kesme yükümlülüğü, kamu makamlarına ve asıl işverenlere ayrı ayrı getirilmişken, yükümlülük taslakla tüm işverenlere verilmiştir. Getirilen düzenleme şu şekildedir: “İşverenler, alt işverene veya yükleniciye iş vermeleri halinde, bunların işçilerinin ücret, prim, ikramiye ve bu nitelikteki her çeşit istihkak, Kanundan, iş sözleşmesinden veya alt işverenin taraf olduğu toplu iş sözleşmesinden doğan para ile ölçülmesi mümkün menfaatlerinin tam olarak ödenip ödenmediğini her ay işçinin başvurusu üzerine veya resen kontrol etmek ve varsa ödenmeyen ücretleri hak edişlerinden keserek işçilerin banka hesabına yatırmakla yükümlüdür.”

 

İş Yasası 36. maddesinin 2. fıkrasında, kamu kurumlarının, işçilerin ücretlerinin ödenip ödenmediğini kontrolle yükümlü olduğu azami süre 3 ay olarak belirlenmişken, taslakta değiştiriliyor. Sermayeli Kuruluş ve İşletmeler Genel Müdürlüğü bu düzenleme hakkında şu yorumu yapıyor: “Yerinde bir düzenlemeyle, asıl işverenler tarafından, işçilerin ücret borcunu ödemeyen alt işverenlerin hak edişlerinden bu ücretlerin hak edişlerin ödenme süresi boyunca,  kesilmesi imkanı tanınmıştır. Böylelikle işçi ücretlerinden müteselsil sorumlu olan asıl işverenlerin bu sorumluluğu, söz konusu ücretlerin ödenmesini takip etmek şartıyla tümüyle idarelerden hak ediş alacağı bulunan alt işverenlerin üzerinde bırakılabilecektir.”

 

Alt işverenlerden alacaklı olan üçüncü kişiler karşısında işçilerin ücret alacaklarının icra takibinden korunduğu belirtilip 36. maddenin 2. ve 3. fıkrasında temel bir değişiklik öngörülmemektedir. Sermayeli Kuruluş ve İşletmeler Genel Müdürlüğü şu şekilde bir öneri yapıyor: “Ücretin ödenip ödenmemesi işçinin diğer para ile ölçülebilen haklarını alıp almadığı konusunda yetersiz kalmaktadır. İşçinin alt işverenden veya asıl işverenden isteyebileceği (uygulamada her zaman dava açarak aldığı) para ile ölçülebilen haklarının tamamının ödenmesinin olayın başında garanti altına alınması hem işçinin ve hem de daha sonra sorumlu tutulabileceklerin lehinedir. Böylelikle dava açılmasının sebebi de ortadan kalkacaktır. Bu hükmün mutlaka konulması gerekir.”

Taslak “Alt işveren işçilerinin yıllık ücretli izin hakları, aynı işyerindeki ilk işe girdiği tarih esas alınarak hesaplanır. Bu hakkın kullandırılmasından, iş edimini sunduğu son işveren de sorumludur.” diyerek taşeron işçilerin yıllık izin ücretini düzenlemiş, getirilmek istenen düzenleme mevcut hüküm ile aynıdır diyebiliriz.

4735 sayılı Kamu İhale Sözleşmeleri Kanununun 4 maddesine şöyle bir ekleme yapılmaktadır: “4734 sayılı Kamu İhale Kanununun 4 üncü maddesinde sayılan, temizlik, yemek hazırlama ve dağıtım, koruma ve güvenlik hizmetlerine yönelik çıkılan ihalelerde, yapılacak sözleşmelerin süresi süre üç yıldan az olamaz.”

 

Kanun taslağının içeriğini inceledik. Aziz Çelik’in “TC, bir Taşeron Cumhuriyeti kısaltması haline gelecektir”[59] tespitine katılmamak imkansızdır: “Çalışma Bakanlığınca hazırlanan ve Hazine Müsteşarlığı’nın da pek olumlu bulduğu bir taslak ile çalışma hayatı işverenler için bir taşeron cennetine dönüşürken işçiler için bir taşeron cehennemi haline gelecektir. Bu değişiklik bireysel iş hukukunda bugüne kadar yapılmaya cesaret edilen en büyük esneklik-güvencesizlik girişimlerinden biridir.”[60]

 

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı Kasım 2012 içerisinde işveren ve işçi sendikalarıyla alt işveren uygulamasında karşılaşılan sorunlar üzerine toplantı yaptı. 15 Kasım’da yapılan toplantının sonuçları kamuoyuna “müjde” olarak yansıtıldı. Bu toplantılar taşeron işçilerin diğer işçilerle aynı statüye, aynı haklara kavuşacağına dair bir yaklaşım çıkması üzerinden yansıtıldı. Değişikliğin özü perdelendi ve taşeron işçilerin ağzına bir parmak bal sürülmek istendi: “Bakanlık “gizlice” yürüttüğü çalışmaları bu toplantıya sunmamış bunun yerine “asıl işin, alt işverene verilmesi konusunda sosyal tarafların görüşleri doğrultusunda daha açık ve net tanım yapılacaktır” diyerek lafı dolandırmış. Oysa bu cümlenin hedefi açık. Asıl işin alt işverene verilmesinin önündeki yasal kısıtlamalar kaldırılmak isteniyor. Bakanlık sunumunda ayrıca muvazaa konusunda iş müfettişlerinin tespit yapma yetkisinin kaldırılacağı belirtiliyor. Peki müfettişlerin yetkisi neden kaldırılıyor? Sakın işverenler müfettişlerin tespitlerinden rahatsız olmasın!”[61] Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik, 2013 yılı ocak ayı içerisinde Zonguldak’da meydana gelen maden ocağındaki grizu patlamasını ve 8 kişinin ölmesi üzerine yasalardaki gerekli düzenlemelerin yapılacağını belirtmiştir. Bakan taşeronlu iş kazası olayını ranta çevirmeye niyetini gizlememektedir.

 

 

 

III. Bir İşyeri Özelinde Taşeron Çalışmaya Dair Veriler ve Verilerin Değerlendirilmesi

 

a. Bir İşyerinde Taşeron Çalışmaya Dair Veriler

 

Bu bölümde bir işyerinde taşeron çalışma ile ilgili gözlemlerden ve verilerden hareketle taşeron işçilerin içinde bulundukları durum ortaya konuluyor. Bu alan çalışmasında asıl işveren, ana firma/asıl işveren ya da fabrika (x) olarak yer alırken, taşeron firmalar a, b, c, d olarak yer alıyor. İşçiler de baş harfleri ile anılacaktır. Bazı işçilerle daha detaylı görüşmeler yansıtılırken, bazı işçilerle daha kısa görüşmeler yapılmıştır. Daha sonra gözlemlerden ve verilerden hareketle taşeron işçilerle ilgili sonuçlar çıkartılıyor.

 

Almanya merkezli, Marmara Bölgesi’nde kurulu olan fabrika (x) bünyesinde ona yakın taşeron şirketi barındırıyor. X şirketi, fabrikalar için çevre koruma tesisleri üretmekte olup, bu üretim seri imalat şeklinde değil, sipariş ve proje bazında gerçekleştiriyor. X şirketi, yurtdışından sipariş aldığı Haube, Kamınschuss, Stellring, Schurre, Lanzendome ve çelik konstrüksiyon parçalarının montaj ve kaynaklı imalatı için taşeron şirketlerle alt işveren sözleşmesi imzaladığını belirtiyor. İşbu sözleşme uyarınca, taşeron firma yukarıda belirtilen parçaların imalatında uzman, sürekli aynı kategoride projede çalışmış olması sebebiyle edindiği tecrübe ve kaynakçı yeterliliği, gerekli ekipman donanımına sahip olması nedeniyle yukarıda belirtilen parçaların montaj ve kaynaklı imalat işini yüklendiğini de belirtiyor.

 

Asıl işverenin, yani x şirketinin işçileri Hak-İş Konfederasyonu bünyesindeki Hizmet İş’e üye iken, bünyesindeki ona yakın taşerondaki yüze yakın taşeron işçisi ise herhangi bir sendika üyesi değildir. Toplu iş sözleşmesinden sadece sendikalı işçiler yararlanmıştır. Taşeron işçileri ile asıl işverenin işçileri asıl işverenin işyerinde birlikte çalışmışlardır. Taşeron işçileri de asıl işverenin işçileri gibi kaynakçı olarak çalışmıştır. Ve taşeron işçiler asıl işverenin işçileriyle aynı işi yaptıklarını belirtmişlerdir. X şirketi, alt işveren sözleşmesi uyarınca taşeron firma, kendi işyerinde işçi çalıştırılmasından doğacak iş kanununda belirtilen tüm vergi, maaş ödemeleri, SSK primlerinin ödenmesi vs. gibi tüm mali ve hukuki sorumluluğu tek başına üstlendiğini ve taşeron firma ile taşeron firma işçisi arasında mutabakata varılmış aylık ücret hakkında bilgisi olmadığını iddia etmektedir. X şirketi, yasal olarak birlikte çalıştırmanın (yani taşeron sözleşmeye dayalı çalışmanın belirtildiği) durumlarda, alacağını ispat ederse hak kazanacağını belirtmektedir. Aşağıda görüşme yapılan taşeron işçilerinin hepsi, iş sözleşmesi feshedilirken, kendilerine ihbar tazminatı ve kıdem tazminatı ödenmediğini, yıllık izin kullandırılmadığını ve kullandırılmayan yıllık izin ücretlerini alamadıklarını belirtmişlerdir. Taşeron işçilerinin diğer bir ortak yanı fabrikada çalıştıkları dönemde asıl işverenin kadrosunda çalışan aynı işi yapan işçilerle yaptıkları iş aynı olsa da asıl işverenin işçilerinin aldığı ücretten ve tüm ücret eklerinden yararlanmamakta olup, asıl işverenin işçilerinden düşük ücret almalarıdır.

 

İlk işçimiz, T.S. 29.09.2007 tarihinden itibaren, iş sözleşmesinin feshedildiği 04.03.2009 tarihine kadar kesintisiz olarak asıl işverenin (x)  taşeron firmasında (a) argon kaynakçısı olarak çalışmıştır. T.S.’in hizmet süresi 1 yıl 5 ay 3 gündür. T.S., fabrikada 29.09.2007 tarihinden 01.02.2008 tarihine kadar sigortasız olarak çalışırken, 01.02.2008 tarihinden 15.11.2008 tarihine kadar sanki taşeron ilişkisi yokmuş gibi alt işverenin işçisi gibi sigortaları alt işveren tarafından yatırılmış ve SGK belgelerinde X’in işçisi olarak gözükmemektedir. 15.11.2008 tarihinden itibaren taşeron şirket ile alt işveren arasında bağıtlanan sözleşme doğrultusunda alt işverenin işçisi olarak asıl işverenin işyerinde çalışmasını sürdürdüğü ve SGK kayıtlarına göre 28.02.2009 iş sözleşmesinin fesih tarihidir. Bu işçinin işyerinden iş sözleşmesi feshedilirken aldığı son net ücret 1.480,00 TL’dir. T.S.’ye verilen ücretsiz izinden sonra, T.S.’nin iş sözleşmesi feshedilmiştir. Bu işçi 1.480,00 TL net olan son maaşını da alamamıştır.

 

İkinci işçimiz, Y.T. 01.11.2002 tarihinden itibaren, iş sözleşmesinin feshedildiği 13.04.2009 tarihine kadar kesintisiz olarak asıl işverenin (x)  taşeron firmasında (b ve a) montajcı olarak çalışmıştır.  Y.T.’in hizmet süresi 6 yıl 5 ay 13 gündür. Y.T.., 01.11.2002 tarihinden 23.01.2003 tarihine kadar sigortasız olarak çalışırken, 23.01.2003 tarihinden 17.10.2007  tarihine kadar sanki taşeron ilişkisi yokmuş gibi sigortaları alt işveren (b) tarafından yatırılmış ve SGK belgelerinde X’in işçisi olarak gözükmemektedir. 17.10.2007  tarihinden 28.11.2007 tarihine kadar sigortasız olarak çalıştırılmıştır. 28.11.2007 tarihinden 23.11.2008 tarihine kadar sanki taşeron ilişkisi yokmuş gibi sigortaları alt işveren (b) tarafından yatırılmış gösterilmiştir. 24.11.2008 tarihinden itibaren taşeron şirket ile alt işveren (a) arasında bağıtlanan sözleşme doğrultusunda alt işverenin işçisi olarak asıl işverenin işyerinde çalışmasını sürdürdüğü ve SGK kayıtlarına göre 03.04.2009 iş sözleşmesinin fesih tarihidir. 03.04.2009-13.04.2009 tarihinde ise sigortasız çalıştırılmıştır. Bu işçinin işyerinden iş sözleşmesi feshedilirken aldığı son net ücret 900,00 TL’dir. İşyerinde işverenin belirttiğine göre TİS’ten yararlanan işçiler 2009 yılında net 1.054,00 TL almaktadır. Birleşik Metal İş Sendikası 2009 yılının ilk döneminde aynı işi yapan işçinin ortalama aylık ücretinin net 1.827,00 TL olduğunu belirtmiştir.

 

İşçilerden b taşeronunda çalışan T.A., aynı işi yapan asıl işverenin işçilerinin taşeron işçilere göre daha yüksek ücret aldığını, sadece asıl işverenin işçilerinin, yani sendikalı işçilerin sosyal haklardan yararlandığını belirtti.

 

İşçilerden c taşeronunda çalışan M.A., 2006 temmuzundan 2009 mayısına kadar çalıştığını belirtmiştir. Taşeron firma farklı olsa da T.S. ile aynı çatı altında çalıştıklarını, asıl işverende çalışanların daha yüksek ücret aldıklarını, asıl işverenin işçilerinin taşeron işçilerden ikramiyelerle birlikte iki kat fazla ücret aldığını, taşeron işçilerin sosyal haklardan yararlanmadıklarını, öğlen yemeği olduğunu belirtmiştir. Asıl işveren işçileri ile taşeron işçileri arasındaki ücret farklılığına itiraz etmek istediklerinde patronların iş akdine son verme tehdidi ile karşılaştıklarını belirtmişlerdir. Hafta içi sabah 08.00’den akşam 17.00’ye kadar çalıştıklarını, hafta sonu ise 08.00’den 16.00’ya kadar çalıştıklarını, Pazar günü çalışmadıklarını, dini bayramlar hariç resmi bayramlarda ve genel tatillerde çalıştıklarını belirtmiştir.

 

Taşeron işçi olmayan, asıl işverenin işçilerinden kaynakçı olarak çalışan H.B., Y.T.’nin  kesintisiz çalıştığını, kendisinin ve asıl işverenin işçilerinin taşeron işçilerden daha yüksek aldığını belirtirken, 2008’te emekliye ayrılırken aldığı son net ücretin 1.500,00 TL olduğunu belirtmiştir. Kendilerine sosyal haklar olarak yılda 4 maaş ikramiye verildiğini, servisten ve bir öğün yemekten faydalandıklarını, Y.T.’ye bütün zor işleri yaptırdıklarını, taşeron şirket elemanları ile asıl işveren elemanlarının aynı yerde çalıştığını belirtmiştir.

 

Üçüncü işçimiz, B.D. 13.09.2005 tarihinden itibaren, iş sözleşmesinin feshedildiği 30.09.2007 tarihine kadar kesintisiz olarak asıl işverenin (x)  taşeron firmasında (d) montör olarak çalışmıştır. B.D., 13.09.2005 tarihinden 18.09.2007 tarihine kadar taşeron şirket ile alt işveren arasıda bağıtlanan sözleşme doğrultusunda alt işverenin işçisi olarak asıl işverenin işyerinde çalışmasını sürdürmüştür. 18.09.2007-30.09.2007 tarihleri arasında sigortasız olarak çalışmıştır. Bu işçinin işyerinden iş sözleşmesi feshedilirken aldığı son net ücret 800,00 TL’dir. İşverenin belirttiğine göre TİS’ten yararlanan montör yardımcısı işçiler (B.D. montör yardımcısı olarak değil montör olarak çalışmıştır) 2007 yılının ikinci yarısında net 1.046,00 TL almaktadır. Birleşik Metal İş Sendikası 2007 yılının ikinci döneminde aynı işi yapan işçinin ortalama aylık ücretinin net 1.356,00 TL olduğunu belirtmiştir.

 

Dördüncü işçimiz, U.A. 07.10.2003 tarihinden itibaren, iş sözleşmesinin feshedildiği 20.04.2009 tarihine kadar kesintisiz olarak asıl işverenin (x)  taşeron firmasında kaynak montaj ustası olarak çalışmıştır. U.A.’in hizmet süresi 5 yıl 6 ay 14 gündür. U.A., 2004 yılına  kadar sigortasız olarak çalışırken, 2004 yılından 15.11.2008 tarihine kadar taşeron ilişkisi yokmuş gibi üç alt işverenin işçisi gibi sigortaları alt işveren tarafından yatırılmış ve SGK belgelerinde X’in işçisi olarak gözükmemektedir. 2004 yılından 31.01.2008 tarihine kadar bir alt işverende, 01.02.2008-14.11.2008 arası başka bir alt işverende, 15.11.2008 tarihine kadar başka bir alt işverende taşeron ilişkisi yokmuş gibi çalıştığı gösterilmiştir. 15.11.2008 tarihinden 20.04.2009 tarihine kadar taşeron şirket (a) ile alt işveren arasıda bağıtlanan sözleşme doğrultusunda alt işverenin işçisi olarak asıl işverenin işyerinde çalışmasını sürdürdüğü görülmekle birlikte 2009 yılında birkaç ay sigortası tam olarak yatırılmamıştır. Bu işçinin işyerinden iş sözleşmesi feshedilirken aldığı son net ücret 950,00 TL’dir. İşverenin belirttiğine göre TİS’ten yararlanan montör yardımcısı işçiler (U.A. montör yardımcısı olarak değil montör ustası olarak çalışmıştır) 2009 yılının ilk yarısında net 1.054,12 TL almaktadır. U.A.’in iş sözleşmesi alt işverenin işinin bitmesi ve ekonomik kriz nedeniyle  feshedilmiştir. Bu işçi 950,00 TL net olan son maaşını da alamamıştır.

 

Beşinci işçimiz Y.D. 02.08.2003 tarihinden itibaren, iş sözleşmesinin feshedildiği 20.04.2009 tarihine kadar kesintisiz olarak asıl işverenin (x)  taşeron firmasında (a) gaz altı kaynakçısı olarak çalışmıştır. Y.D.’in hizmet süresi 5 yıl 8 ay 19 gündür. Y.D., 02.08.2003  tarihinden 15.11.2008 tarihine kadar taşeron ilişkisi yokmuş gibi iki alt işverenin işçisi gibi sigortaları alt işveren tarafından yatırılmış ve SGK belgelerinde X’in işçisi olarak gözükmemektedir. 02.08.2003 tarihinden 31.01.2008 tarihine kadar bir alt işverende, 01.02.2008-15.11.2008 arası başka bir alt işverende taşeron ilişkisi yokmuş gibi alt işverende çalıştığı gösterilmiştir. 15.11.2008 tarihinden 20.04.2009 tarihine kadar taşeron şirket (a) ile alt işveren arasıda bağıtlanan sözleşme doğrultusunda alt işverenin işçisi olarak asıl işverenin işyerinde çalışmasını sürdürmüştür. Bu işçinin iş sözleşmesi asıl işverenle alt işverenin ilişkisinin bitmesi ve ekonomik kriz sebep gösterilerek işyerinden iş sözleşmesi feshedilirken aldığı son net ücret 824,00 TL’dir. İşverenin belirttiğine göre TİS’ten yararlanan gaz altı kaynakçısı işçiler 2009 yılının ilk yarısında net 1.317,52 TL almaktadır. İşyerinden 9 günlük ücret alacağını alamamıştır.

 

Taşeron işçilerden F. N. ana firmanın yurt dışından üretim işini aldığını ve bu işleri de taşeronlara yaptırdığını belirtmiştir. Taşeron işçilerden S.G. çalışma mekanlarının fabrika alanı içinde olduğunu, montaj işini de termik santral kazan imalat işini de hem taşeron işçilerinin hem de asıl işverenin işçilerini yaptığını belirtmiştir.

 

Altıncı işçimiz C.T. emekliye ayrıldığı 1998 yılından itibaren, iş sözleşmesinin feshedildiği 06.03.2009 tarihine kadar kesintisiz olarak asıl işverenin (x)  taşeron firmasında (a) montör ustabaşı olarak çalışmıştır. C.T.’in hizmet süresi 10 yıl 10 ay 6 gündür. C.T.’nin C.T.’nin sigorta primleri taşeron ilişkisi yokmuş gibi alt işveren tarafından 22.05.2002 tarihinde yatırılmaya başlanmıştır. Bu tarihe kadar bu işçi sigorta primleri yatırılmadan çalışmıştır. 15.11.2008 – 29.12.2008 ve 04.02.2009-28.02.2009 tarihlerinde taşeron şirket (a) ile alt işveren arasıda bağıtlanan sözleşme doğrultusunda alt işverenin işçisi olarak asıl işverenin işyerinde çalışmasını sürdürmüştür. 28.02.2009 tarihinden 06.03.2009 tarihine kadar ise sigorta primleri yatırılmamıştır. Bu işçinin ekonomik kriz sebep gösterilerek işyerinden iş sözleşmesi feshedilirken aldığı son net ücret 1.146,70 TL’dir. Son maaşından net 700,00 TL alacağı vardır.

 

Yedinci örnek işçimiz H.Ö. 02.08.2003 tarihinden itibaren, iş sözleşmesinin feshedildiği 20.04.2009 tarihine kadar kesintisiz olarak asıl işverenin (x)  taşeron firmasında (e) firmasında montaj işçisi olarak çalışmıştır. H.Ö. 2009 yılında primini asgari ücretten yüksek ödendiğini, diğer önceki yıllarda asgari ücretten ödediğini belirtmiştir.  İş sözleşmesi feshedilirken en son aldığı net ücret 1.300,00 TL’dir. İş yerine karşı alacaklarına karşı dava açmıştır, dava devam ederken yeniden işe başlatılma vaadiyle alacaklarından feragat edip, yeniden aynı işyerinde çalışmaya başlamıştır.

 

b. Bu Verilerden Hareketle Bu İşyerindeki Taşeron Çalışma Hakkında Hangi Sonuçlara Ulaşırız?

 

1- Asıl işverenin yani X şirketinin yaptığı asıl iş ve faaliyet alanı montaj ve kaynaklı imalat işidir. Bu anlamda İş Yasası’nın kapsamı dışına çıkılmış olup mevcut hukuka göre de muvazaalı bir taşeronluk ilişkisi söz konusudur. Görüşme yapılan işçiler asıl işverenin işçileriyle aynı işi yaptıklarını belirtmişlerdir. İş Yasası’nın asıl işin bir bölümünün üç koşulu birlikte (teknolojik nedenler, işletmenin ve işin gereği) sağlaması durumunda taşerona verileceğini düzenlemesine rağmen, bu nedenlere bağlı kalınmadan taşeronluk müessesinin uygulandığı gerçeğiyle karşı karşıyayız. Montaj parçalarının imalatı işi ve kaynakçılık konusunda uzmanlığı nedeniyle bir takım alt işverenlere asıl işin bir bölümü parçalanarak verilmektedir. Asıl işin bir bölümü niçin alt işverene verilmiş gibi gösterilmektedir? Sebep ve amaç açıkça üretim bandında çalışan işçilerden bir bölümüne eksik ücret ödeyebilmektir. İşyerinde işçileri katmanlara bölmede ve ucuz işçilik sağlamada taşeronluğun etkili bir biçimde kullanıldığı gözükmektedir.

 

2- İşçiler aynı mekanda çalışmalarına rağmen, işçiler arasında parçalılık söz konusudur. Ayrıca işçi sınıfında belirgin bir farklılaşma ortaya çıkıyor. Bir tarafta sendikalı ve toplu iş sözleşmesinden yararlanan işçiler öte taraftan sosyal güvencesiz, sosyal haklardan yararlanmayan taşeron işçiler. Asıl işverenin işçileri sendikaya üye iken, taşeron işçiler sendikaya üye değildir. Taşeron işçiler asıl işverenin işçileri gibi toplu iş sözleşmesinden ve toplu iş sözleşmesinin sağladığı imkanlardan yararlanamamaktadır. Taşeron işçilerle yapılan görüşmeden çıkartılan diğer bir sonuç ise, taşeron işçilerin sendikalara örgütlenebilmesinin zor olduğudur. Taşeron çalışma sendikal hakların önündeki en büyük engeldir. Taşeron işçileri asıl işverenin işçileriyle aynı mekanda çalışsa da, kendilerini sadece alt işverenin işçisi olarak kabul etmektedir.  Sendikaya üye olmaktan ve sendikal mücadelenin getireceklerinden haberdar değillerdir. Görüşmelerden çıkan bir diğer sonuç ise, işçiler arası dayanışmanın zayıfladığı, asıl işverenin işçileriyle alt işverenin işçilerinin birbirine rakip olarak karşı karşıya getirilmesidir. Asıl işverenliğin işçileri kendini taşeron işçilerden farklı görmektedir.

 

3- Fabrikada sadece asıl işverenin işçileri sosyal haklardan faydalanmaktadır. İş Yasası’nın 5. maddesinin işçiler arasında sosyal haklar (yol, yemek, yakacak vs…) bakımından eşit olduğunu belirtmektedir diyebiliriz. İşveren İş Yasası’nın bu düzenlemesinin çevresinden dolanmıştır. Yargıtay’ın yerleşik içtihatlarına göre işyerinde uygulanan sosyal yardımlarda hiçbir şekilde farklı uygulama yapılamazken, taşeron işçiler sosyal yardımlardan hiçbir şekilde yararlanmamışlardır. Taşeron çalışanlar ücret eklerinden (ikramiye… vs) yararlanamazken, asıl işverene bağlı işçiler bu ücret eklerinden yararlanmıştır.

 

4- Aynı işi yapan asıl işverende çalışan işçilerle taşeronda çalışanlar arasındaki ücret farklılığı işçiler arasında eşitsizlik ve parçalanma yaratmıştır. İşçilerden Y.T. aynı işi yapan asıl işveren işçilerinden 154,00 TL daha düşük ücret almakta olup, ücret eklerinden ve sosyal haklardan yararlanmamaktadır. Birleşik Metal İş Sendikası ise işyerinin bildirdiği ücretten daha yüksek bir ortalama ücret bildirmiştir. Y.D. aynı işi yapan asıl işveren işçilerinden 493,52 TL daha düşük ücret almıştır. İşyerinde hem iş süresinin uzaması, hem de iş yoğunluğunun artması yüksek ücretler şeklinde dönmemiştir. İşyeri artık değer üretimini mümkün olduğunca artırmaya çalışmaktadır. Bunun bir yolu üretim süresinin ya da çalışma saatlerinin artırılmasıdır. İş Yasası’na göre haftalık çalışma saati, 45 saattir. Ancak işçiler bir haftalık çalışma saatini aşan çalışma yapmakta ve fazla çalışma ücretleri ödenmediği gibi resmi tatillerde de çalıştıklarını beyan etmişlerdir.

 

5- İşyerinde esnek istihdam söz konusudur. Esnek istihdam, maliyet düşürme, emek gücünü ucuzlatma yoludur. Bu işyerindeki taşeron ya da alt işverenliğin bünyesindeki işçiler kolayca işe alınıp atılan, sosyal güvenliği olmayan işçilerden oluşmaktadır. Asıl işveren hukuka aykırı olarak bu işçileri zaman zaman sigortasız çalıştırmakta, zaman zaman taşeronluk ilişkisi yokmuş gibi salt alt işverenlerce çalıştırmış göstermekte, zaman zaman başka alt işverenlerce sigortası yatırılmış, zaman zamansa taşeron ilişkisi var gibi göstermektedir. Taşeron ve asıl işveren kaçak işçi çalıştırmaktadır denilebilir. Taşeron işletmeler sigortasız kayıtdışı işçi çalıştırarak işçilik maliyetlerini düşürmektedir. Bu işçiler sosyal güvenlik haklarından yararlanamamaktadırlar. Hatta öyleki taşeron işçiler hangi taşerona bağlı olarak çalıştıklarını karıştırmaktadır.

 

6- İşçilerle görüşmeden çıkarttığımız diğer bir sonuç ise işçilerin iş güvencesinin olmadığıdır. İş güvencesi firmanın karlılığına bağlıdır. İşten çıkarmalar ve ekonomik krizler gündeme geldiğinde, taşeron işçilerin ilk işsiz kalan çalışan kesimi oluşturduğu taşeron işçilerle görüşmede teyit edilmektedir. İşçiler İş Yasası’nda düzenlenen iş güvencesi hükümlerinden ve işveren tarafından iş sözleşmesinin feshinden dolayı işe iade davası açma hakkını bilmemektedirler. İşçilerin hiçbiri iş sözleşmesi feshedilirken, işe iade davası açmamışlardır. İşçiler işsizliğin arttığı ortam içinde kendilerine verilen ücrete razı duruma getirilmişlerdir. Taşeron işçilerden M.A., asıl işveren işçileri ile taşeron işçileri arasındaki ücret farklılığına itiraz etmek istediklerinde patronların iş akdine son verme tehdidi ile karşılaştıklarını belirtmesi de, iş güvencesinin olmadığını ve işçinin despotik emek rejiminde çalıştığını bir kez daha göstermektedir.

 

7- Taşeron işletmelerin sahipleri genelde akraba, köylülük gibi hemşeri bağlarını kullanmaktadır. İşçilerin bir kısmı hakkını aramak konusunda çekingendir. İşçiler kıdem tazminatı, ihbar tazminatı alamamakla birlikte bazı işçiler maaşlarını da alamamışlardır. X şirketinin kimi zaman sigortasız çalıştırdığı, kimi zaman sigortalı çalıştırdığı, kimi zaman taşeron firmanın taşeronluk sözleşmesi yokmuş gibi gösterdiğini belirtmiştik. İşçilerin SGK kayıtları incelendiğinde mevcut haliyle kıdem tazminatını kazanmadığı gibi yıllık izin ücreti hakkını da kazanmamış gözükmektedir. Çünkü İş Yasası’na göre, kıdem tazminatı hakkı ve yıllık izin süresini kullanmak için bir işyerinde bir yıl çalışmak gerekir. T.S.’in fabrikada hizmet süresi 1 yıl 5 ay 3 gün olmasına rağmen, yaklaşık 4 ay sigortasız çalıştırılmış, yaklaşık 320 gün (10,5 ay) sadece taşeron firmanın işçisi olarak gösterilmiş, muvazaalı da olsa resmi taşeron ilişkisine bağlı olarak hizmet süresi ise yaklaşık 105 gün (3,5 ay) çalıştığını SGK kayıtlarından çıkartabiliriz. Bu işçinin 1 yıl 5 ay 3 gün kesintisiz çalışması söz konusu iken, bu işçinin aynı işyerinde parçalı bir çalışmasının gösterilmesi ile karşı karşıyayız. İşverenler SGK’ya gerçek kayıtları bildirmemiş, SGK da işyerinde inceleme yapmamıştır. İşçilerin mevcut kayıtların eksik bildirildiğini, kesintisiz çalışmasının olduğunu, işçinin kıdem tazminatı, ihbar tazminatı, yıllık izin ücreti ve eksik ücret alacağını ispatlaması gerekmektedir. Taşeron işçilerin, mevcut SGK kayıtlarına göre sigortasız çalıştırıldığını ispatlayıp, hizmet tespit davası açması gerekiyor. İş ve sosyal güvenlik hukuku alanına dair dava açmak ciddi harçlara dayanmaktadır. Haliyle işçinin haklarının aramasının önü iyice işçilerin sadece hizmet tespit davası değil, kıdem tazminatı, ihbar tazminatı, yıllık izin ücreti talebi ve eksik ücretini yani özetle işçilik alacaklarını kapsayan iş davası açması gerekiyor. Dolayısıyla iki dava açmak bir işçi için daha maliyetli hale gelmektedir.

 

8- İşçiler haklarını hukuksal yollarla aradıklarında, çalışma sürelerinin tam olarak tesbitinde problemler çıkmaktadır. Gerçek işverenin saptanması da zordur. Çünkü mevcut hukuki yapıda tanık bulmak ve tanığın tam olarak işçinin çalıştığı süreyi çeşitli nedenlerle zorludur. İş yargılamasında yazılı belge olmadığında işçinin sigortasız çalıştığını, işçinin alacak haklarını talep edebilmesi için iki tanık dinletmesi gerekir. Fiili durum düşünüldüğünde işçilerin tanık dinletmesi zordur. Asıl işveren sigorta kayıtlarında sigortasız göstererek ve genelde bir yılı doldurmadığını iddia ederek yıllık izin ücretini, kıdem tazminatını ödemek yükümlülüğünden kaçmaktadır. Taşeron şirketler genelde küçük şirketlerdir, bugün var yarın yok olan şirketlerdir. Türk hukukunda şirketler gerçek kişilere göre daha özerk bir alan olduğundan şirketin tasfiyesi durumunda işçi alacaklarını tahsil edememektedir. Şirketin tasfiye olmadan da haklarını tahsil etmesinde de şirketin yapısından kaynaklı zorluklar vardır.

 

9- İşçilerle ilgili verileri tek tek aktarmaya başlamadan, aktardığımız fabrika tarafından verilen bilgi de göstermektedir ki, asıl işveren taşeron işverenlik üzerine sorumluluk yıkmaktadır. İşçilerin eksik ödenen haklarından, İş Yasası gereği birlikte sorumlu olmadığını sadece taşeronun sorumlu olduğunu belirterek sorumluluğu devretmektedir. Ana firma ile taşeron firmalar arasında, güven ve alışkanlık gibi faktörlere dayalı bir ilişki söz konusudur. Taşeronluk firmasının kurulması için sermayeye gerek yoktur. Asıl işverenlik de taşeronluk sözleşmesi gereği yaptırdıkları işin karşılığını vergiden düşmektedir. Görüşmelerden çıkartılan diğer bir sonuç ise, taşeron firmalar, genellikle içindeki ustaların adları ile özdeşleşmiştir.

 

Özetle, bu işyerinde despotik emek rejiminin temel özellikleriyle karşılaşmaktayız. Taşeron firma ile ana firma arasındaki bağımlılık ilişkisi baskı koşullarını yeniden üretir. Taşeron çalışma, üretim sürecinin parçalanmasının bir ürünüdür ve bu parçalanma, ana firma ile taşeron firma arasında bağımlılık ilişkisi yaratmaktadır ve bu bağımlılık ilişkisinde ana firma çok güçlüdür. Bu bağımlılık ilişkisi içinde işgücüne göreli iyi ücretler, sosyal güvence ve belki sendikalaşma imkanı tanırken; kendine bağımlı taşeron firmayı, işgücüne yönelik uygulamalarda “en geri” noktaya gitmeye zorlamaktadır. Düşük işgücü maliyeti baskısı, despotik emek rejimlerini yaratmaktadır.[62]

 

IV. Taşeron Çalışmada Sınır Kalkarsa Hangi Sonuçlarla Karşılaşırız?

 

Asıl işlerin bölümlerinin alt işverene verilmesine ilişkin mevcut sınırlamanın esnetilmesi/kaldırılması durumunda neler yaşanacağı şöyle özetlenebilir: Taşeronlaştırma ile birlikte esnek ve güvencesiz istihdam yaygınlaşacak, özelleştirme ve piyasalaştırma programı daha kolayca ve ivedilikle uygulanacak, ağır çalışma koşulları ve hak ihlalleri daha da yaygınlaşacak, işçiler alt işverene geçmeye zorlanacak ve bunu kabul etmeyen işçilerin iş akitlerinin geçerli sebeple feshedilmesinin önü açılacak, hem asıl işverenin işçilerinin hem de taşeron işçilerin ücret ve hakları daha fazla baskılanacak, sendikal örgütlenme zorlaşacak, mevcut sendikal örgütlenme zayıflayacak, toplu iş sözleşmesinden yararlanan işçi kitlesi daralacak, grevin etkinliği ve gücü de zayıflayacak, taşeronlaştırmaya karşı yürütülen mücadele ve örgütlenme süreçleri sekteye uğrayabilecektir.[63]   

 

Bu sonuçlar, despotik emek rejiminin koşullarına, AKP hükümetine, taşeron ve işçi sınıfına darbe niteliği taşıyan diğer yasa taslaklarına karşı bir direniş sergilenmediği müddetçe oluşabilecek muhtemel sonuçlardır. Geziyle başlayan halk isyanını işçi sınıfı ile birleştirmek gibi bir görevimiz var. İşçi sınıfının, Kürt emekçilerinin, on yıl içerisinde yaklaşık olarak iki katına çıkan mülksüz emekçilerin[64] örgütlülüğü önem kazanmaktadır. Emeğin disiplin altına alınmasını yırtmak ve ileri hamle yapmak için, sosyal devlet ilkeleriyle yetinilmemesi ve sosyalizm hedefiyle çıkmak gerekmektedir.

 

 

 

 

 



[1] Avukat, İş ve Sosyal Güvenlik Hukuku bilirkişisi, Marmara Ün. Sosyal Bilimler Ens. Çalışma Ekonomisi yüksek lisans öğrencisi, http://faruksagin.blogspot.com/
 
[2]              Hukuktaki tanımıyla tarafların üçüncü kişileri ya da kurumları aldatmak amacıyla gerçek iradelerine uymayan bir işlem yapmaları, fakat görünürdeki bu işlemin kendi aralarında geçerli olmayacağı konusunda anlaşmalarıdır. Hileli bir işlem de denilebilir. Taşeron çalışmada muvazaanın hangi anlama geldiği çalışmanın ilerisinde ele alınıyor.
[3]              UİS’in taşeron çalıştırma kapsamı dışındaki diğer esnek uygulamalara dair hedefleri bu makalenin konusu değildir.
[4]              Arın, Tülay (1985) “Kapitalist Düzenleme Birikim Rejimi ve Kriz (I): Gelişmiş Kapitalizm”, Onbirinci Tez Kitap Dizisi, Sayı: 1, İstanbul: Uluslararası Yayıncılık Ltd. Şti., s. 137.
[5]              Özdemir Yücesan, Gamze – Özdemir, Ali Murat (2008) “Sermayenin Adaleti”, Dipnot Yayınları, s. 142.
[6]              Ansal, Hacer (2004) “Emek Sürecinde Yeni Hedef: Esneklik Çalışanlar İçin Ne Demek?”, Toplum ve Hekim, Cilt: 19, Sayı: 3, Mayıs-Haziran s. 164-168.   
[7]              Güler-Müftüoğlu, Berna (2008) “Firmalar Arası Değişim İlişkisi: Fasonlaşma ve Taşeronlaşma”, Toplum ve Hekim Dergisi, Cilt: 23 Sayı:  4 Temmuz-Ağustos, s. 244. 
[8]              Güler-Müftüoğlu, Berna (2008) age s. 243-244. 
[9]              Güler-Müftüoğlu, Berna (2008) age s. 248. 
[10]            Güler-Müftüoğlu, Berna (2008) age s. 249. 
[11]            Akt. Güler-Müftüoğlu, Berna (2008) age s. 243. 
[13]            Özdemir Yücesan, Gamze (2010) “Despotik Emek Rejimi Olarak Taşeron Çalışma”, Çalışma ve Toplum Dergisi, Birleşik Metal-İş Yayını, 2010/4 s. 36.
[14]            Özdemir Yücesan, Gamze (2010), agm s. 39.
[15]            Özdemir Yücesan, Gamze (2010) agm s. 39.
[16]            Özdemir Yücesan, Gamze – Özdemir, Ali Murat (2008) “Sermayenin Adaleti”, Dipnot Yayınları, s. 28.
[17]            Özdemir Yücesan, Gamze – Özdemir, Ali Murat (2008) age s. 113-114.
[18]            Özdemir Yücesan, Gamze (2010) agm s. 41.
[19]            Özdemir Yücesan, Gamze (2010) agm s. 42.
[20]            Özdemir Yücesan, Gamze (2010) agm s. 42.
[21]            Özdemir Yücesan, Gamze (2010)  agm s. 42.
[22]            Özdemir Yücesan, Gamze (2010) agm s. 42.
[23]            Özdemir Yücesan, Gamze (2010) agm s. 43.
[24]            Akdemir, Nevra (2006)  “Enformel Ağlar ve Mekanizmalar: Tuzla Bölgesinde Taşeronlaşma” Tes-İş Dergisi, Haziran.
[25]            Akdemir, Nevra (2006) age  
[26]            Akdemir, Nevra (2006 age 
[27]            Özdemir-Yücesan, Gamze (2008), “Emek Süreci, Denetim ve Emek Rejimleri: Taşeron Çalışma Üzerine İlk Notlar”, Toplum ve Hekim Dergisi, Cilt: 23 Sayı: 4 Temmuz-Ağustos, s. 254. 
[28]            Koç, Yıldırım (2012) “Taşeron Köleliği ve Hükümet Politikaları” Aydınlık Gazetesi, 6 Ekim.
[29]            Özdemir Yücesan, Gamze – Özdemir, Ali Murat (2008) “Sermayenin Adaleti”, Dipnot Yayınları, s. 113.
[30]            Okcan, Necdet-Bakır, Onur (2010) “İşletmenin ve İşin Gereği Taşeronlaştırma: Taşeron Cumhuriyetine Doğru”, Çalışma ve Toplum Dergisi, Birleşik Metal İş Sendikası Yayını, Sayı: 27, s. 69.
[31]            Koç, Yıldırım (2012) “Taşeron Köleliği ve Hükümet Politikaları” Aydınlık Gazetesi, 6 Ekim.
[32]            Okcan, Necdet-Bakır, Onur (2010) age s. 69.
[33]            Özdemir Yücesan, Gamze – Özdemir, Ali Murat (2008) “Sermayenin Adaleti”, Dipnot Yayınları, s. 95-100.
[34]            Özdemir Yücesan, Gamze – Özdemir, Ali Murat (2008) “Sermayenin Adaleti”, Dipnot Yayınları, s. 105.
[35]            Marx, Karl/Engels, Friedrich (1977) Alman İdeolojisi, çev. Sevim Belli, Sol Yayınları, Ankara, 1993, 3. baskı, s.  109.
[36]            Özdemir Yücesan, Gamze – Özdemir, Ali Murat (2008) “Sermayenin Adaleti”, Dipnot Yayınları, s. 93.
[37]            Özdemir Yücesan, Gamze – Özdemir, Ali Murat (2008) “Sermayenin Adaleti”, Dipnot Yayınları, s. 119-120.
[38]            Karahanoğulları, Onur (2002). “Marksizm ve Hukuk”, AÜSBDF, cilt: 57, sayı: 2, s. 18.
[39]            Akt. Karahanoğulları, Onur (2002). “Marksizm ve Hukuk”, AÜSBDF, cilt: 57, sayı: 2, s. 19.
[40]            Özdemir Yücesan, Gamze – Özdemir, Ali Murat (2008) “Sermayenin Adaleti”, Dipnot Yayınları, s. 101.
[41]            Engels, Friedrich/Kautsky, Karl (1995), “Hukukçular Sosyalizmi (1887)”, Din Üzerine, Çev. Kaya Güvenç, Sol Yayınları, 2. baskı.
[42]            Karahanoğulları, Onur (2002). “Marksizm ve Hukuk”, AÜSBDF, cilt: 57, sayı: 2, s. 17-19.
[43]            Bu konu ile ilgili ayrıntılı bir okuma için M. Özuğurlu’ya ait makaleden: “Sosyal güvenlik sistemi ile ücretli emek arasındaki içsel bağ kopartılmakta ve ancak dışsal bir ilişki olarak bu bağ yeniden kurulmaktadır. İçsel bağın kopartılması demek, sosyal güvenlik sisteminin artı değer sömürüsünün belli bir düzeydeki tazmini olarak örgütlenmesine son verilmesi demektir. Bu bağın dışsal bir ilişki olarak yeniden kurulması ise, sosyal güvenlik hizmetinin de sermayenin yeni kâr alanları olarak örgütlenmesini ifade etmektedir.” İlgili makale: Özuğurlu, Metin (2005) “Türkiye’de Sosyal Politikanın Dönüşümü”, Toplum Ve Hekim Dergisi, TTB Yayını, Sayı:2, Mart-Nisan 2005, s. 93.
[44]            Marx Alman İdeolojisi’nde (1845) “hukukun, dinden daha fazla bir kendine özgü tarihi olmadığı unutulmamalıdır” demiştir.  Akt. Karahanoğulları, Onur (2002). “Marksizm ve Hukuk”, AÜSBDF, cilt: 57, sayı: 2, s. 19-25.
[45]            Özdemir Yücesan, Gamze – Özdemir, Ali Murat (2008) “Sermayenin Adaleti”, Dipnot Yayınları, s. 112.
[46]            Akt. Karahanoğulları, Onur (2002). “Marksizm ve Hukuk”, AÜSBDF, cilt: 57, sayı: 2, s. 15.
[47]            Der. Bağımsız Sosyal Bilimciler (2008) “2008 Kavşağında Türkiye – Siyaset, İktisat ve Toplum”, Yordam Kitap,  2. bası, s.242.
[48]            Özdemir Yücesan, Gamze – Özdemir, Ali Murat (2008) “Sermayenin Adaleti”, Dipnot Yayınları, s. 115.
[49]            Murat Özveri’den Akt. Okcan, Necdet/Bakır, Onur (2010) agm, s. 64.
[50]            Güzel, Ali (2010) “Alt İşveren Uygulamasında Güvencesiz Bir Sisteme Doğru”, Çalışma ve Toplum Dergisi, Sayı: 27, Birleşik Metal İş Yayını, s. 26. 
[51]            Koç, Yıldırım (2012) “Taşeronlukla Mücadelede 94 Sayılı ILO Sözleşmesi”, Aydınlık Gazetesi, 15 Ekim.
[52]            Şakar, Müjdat (2010) “Ölçüsüz Taşeronlaşmaya Karşı Önlemlerde Geri Adım”, Çalışma ve Toplum Dergisi, Sayı: 27, Birleşik Metal İş Yayını, s. 31. 
[53]            Özveri, Murat (2012) “Güvencesiz Çalışmanın Hukuki Dayanakları”, Çalışma ve Toplum Dergisi, Sayı: 33, s. 158.
[54]            Akt, Özveri, Murat (2012 agm s. 153.
[55]            Akt, Özveri, Murat (2012 agm s. 153.
[56]            Şakar, Müjdat (2010) agm s. 32. 
[57]            Özdemir Yücesan, Gamze – Özdemir, Ali Murat (2008) “Sermayenin Adaleti”, Dipnot Yayınları, s. 112-113.
[58]            Özdemir Yücesan, Gamze – Özdemir, Ali Murat (2008) “Sermayenin Adaleti”, Dipnot Yayınları, s. 113.
[59]         Çelik, Aziz (2012) “Bakanlıktan ‘Taşeron Cumhuriyeti’ Hazırlığı”, Birgün Gazetesi, 19 Nisan.
[60]            Çelik, Aziz (2012) “Taşeronda Müjde Yok, Hile Var!”, Birgün Gazetesi, 22 Kasım.
[61]            Çelik, Aziz (2012) “Taşeronda müjde yok, hile var”, Birgün Gazetesi, 22 Kasım.
[62]         Özdemir Yücesan, Gamze (2010) agm s. 42.
[63]            Okcan, Necdet-Bakır, Onur (2010) agm s. 68-73.
[64]            Köse, Ahmet Haşim (2012), “Memleketimden Sınıf Manzaraları, Sol Gazetesi, 1 Aralık.