Sosyal Güvenlik ve Genel Sağlık Sigortası Yasası, 1 Ekim 2008 tarihinde Yürürlüğe girdi. AKP İktidarının, emek örgütlerinin ve sol partilerin yoğun muhalefetine ve yürüttükleri ortak mücadeleye rağmen yürürlüğe soktuğu yasa, emekçiler açısından çok ciddi hak kayıpları getiriyor.
Sosyal Güvenlik Reformuyla Hedeflenen Nedir?
Türkiye’de, 24 Ocak 1980 tarihinde, Süleyman Demirel hükümeti tarafından alınan ve literatüre “24 Ocak kararları” olarak geçen kararlarla, IMF’nin istekleri doğrultusunda ekonomik bir yapısal dönüşüm gerçekleştirildiği bilinmektedir. Bu tarihten itibaren işbaşına gelen sağcı iktidarlar tarafından, sosyal güvenlik tasfiye sürecine sokulmuş; 1999’da Ecevit Hükümeti döneminde yürürlüğe giren “Mezarda Emeklilik Yasası”, bu sürecin en önemli adımlarından biri olmuştur. AKP İktidarı, sosyal güvenlik sisteminin tasfiyesinde son adımı, 5510 Sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Yasası ve bu yasada değişiklik yapan 5754 Sayılı Yasa ile atmıştır.
Çözülen devletin sermaye tarafından yeniden yapılandırıldığı içinden geçtiğimiz dönemde, cumhuriyetin tasfiyesiyle çakışan sosyal güvenliğin tasfiyesi, kamuda da özelleştirmeye işaret etmektedir. Devletin görev ve sorumluluğu en son aşamada söz konusu olacaktır.
Böylesi bir dönemde hayata geçirilmeye çalışılan sosyal güvenlik reformu, aynı zamanda toplumsal yapılanmanın yeniden kurgulanmasına yönelik de bir girişimdir. İşçi sınıfının sadece sosyal hakları değil, kimliği de elinden alınmak istenmektedir. Kapitalizm kendisiyle uyumlu bir insan tipi yaratmada sosyal güvenliği bir araç olarak kullanmayı hedeflemektedir. İşletme ve işverenle bütünleşen, kaygılı ve kaderci bir insan tipinin yaratılması amaçlanmaktadır.
Sosyal Koruma Ya Da Hayır Mekanizmasına Geçiş
AB, IMF ve Dünya Bankası raporlarıyla yönlendirilen sosyal güvenlik sisteminin tasfiyesiyle, sosyal koruma sistemine bir geçiş yaşanmaktadır. “Bağışlanan bir inayet sistemini”, bir “hayır mekanizmasını” çağrıştıran sosyal koruma, madalyonun bir yüzüne, düşkünleşmeyi yerleştirmektedir. Kapitalizm, yoksulları kendi hallerine bırakılamayacak bir potansiyel tehlike olarak gördüğünden, yoksullar sosyal yardımlar ile korunmaya alınmakta, yoksulluğun yönetilir kılınması amaçlanmaktadır. Kamu sadece en yoksul kesimlere, asgari düzeyde yardım yapmakla sorumlu olacaktır. Madalyonun diğer yüzünde ise, müşterileştirme ya da emekçilerin elinden alınacak bir kaynağın sermayeye transfer edilmesi söz konusudur.
Özel Sektöre Yeni Rantlar Yaratılıyor
Sosyal Güvenlik Reformuyla, bu reform kapsamında sağlanan asgari düzeyde sağlık hizmeti ve sosyal sigorta yardımını (yaşlılık aylığı, malullük aylığı, ölüm aylığı vs…) yetersiz bulanlara, cepten harcamaların artacağı bir model önerilmektedir.
2001 yılında yürürlüğe giren Bireysel Emeklilik Yasası ile istediği hedefe tam olarak ulaşamayan sermayeye, 5510 sayılı Yasa’yla engelsiz bir yol açılmıştır. Salt bireyin sorumluluğu temelinde ve fon biriktirme esasına dayalı özel emeklilik programlarının yanında, özel sağlık işletmelerine de yeni rantlar yaratılmaktadır.
5510 Sayılı Yasa’nın 78. maddesiyle, sağlık hizmet sunucularının denetim yetkisinin özel kurumlara devredebileceğinin düzenlenmesi de, özel sektöre rant yaratmanın diğer bir adıdır.
Sigortasız Çalışma Artacak
Geçtiğimiz günlerde açıklanan III. Ulusal Program Taslağı’nda kayıt dışı çalıştırmayla mücadele edileceği açıklanıyordu. Bu süslü sözler, sigortasız çalışmanın artacağı gerçeğinin üstünü kapatamamaktadır. Emeklilik yaşının yükselmesi, prim ödeme süresinin uzaması, sağlık harcamalarının kısıtlanması ile işçilerin sigortasız çalışmaya teşvik edildiği açıktır.
5510 Sayılı Kanun’la herkesin sosyal güvenlik kapsamına alındığı yönünde vurgular yapılsa da, kapsam dışına çıkartılan çalışanların varlığından kimse söz etmemektedir. Kanun özellikle bazı belirli süreli çalışanları, hatta sürekli çalışanları ve asgari ücretin altında kazanca sahip olanları sosyal güvenlik kapsamı dışına itmektedir. Belli bir kazancın altında gelir elde eden, belirli süreli olarak çalışan tarım işçileri ve belirli süreli olarak tarımda bağımsız çalışanlar, sosyal güvenlik kapsamı dışına itilen bir grubu oluşturmaktadır. Böylelikle mevcut düzenlemeye göre zorunlu sigortalılık kapsamında bulunan çalışanların artık yeni yasanın yürürlüğe girmesiyle hizmet tespit davası açma hakkı yoktur. Oysa ki, mevcut düzenlemeye göre asgari ücretin altında ücret verilenler, hizmet tespit davaları ile sigortalılık haklarını geçmişe dönük olarak kazanabilmekteydi.
Sağlıkta Felakete Doğru
Ülkemizde sağlık hakkının tasfiyesi süreci, Avrupa’da, Balkan ülkelerinde yaşanan süreçle büyük bir benzerlik göstermektedir. 7,5 milyonluk Bulgaristan’da 2,5 milyon kişi sağlık sigortasından ve onun sunduğu temel teminat paketinden bile yoksun hale getirilmiştir.
Sosyal güvenlik kurumlarının prim toplaması gibi bir sorun yaşanmaktayken, sağlık hizmetinin sağlanması için primlerden toplanan havuzdaki para yeterli olmadığında, temel teminat paketinin kapsamının daraltılması söz konusu olabilecektir. SSK, Bağ-Kur ve Emekli Sandığı tarafından güvence altına alınan şeker hastalığı, kanser gibi hastalıklar tedavi giderleri nedeniyle güvence dışına çıkarılabilecektir. Kar -zarar hesabıyla çalışan bu sistem yüzünden, Ukrayna ve Rusya’da 9 bin insan hayatını kaybetmiştir.
Bu noktada yapılması gereken, sermayenin emekçi sınıfların emeğine, bedel ödeyerek kazanmış olduğu haklarına yönelik saldırısını durdurmak olmalıdır. Ancak bunu yaparken, savunmacı bir çizginin ötesine geçilmelidir. Sadece yitirilen son haklara değil, kamucu, yurtsever ve bütünlüklü bir sınıfsal tutumla, eşit parasız bir sağlık hakkına, devletin sosyal güvenceyi, sosyal hakları hiçbir şart olmadan sağlamasına odaklanılmalıdır.