20 Haziran 2008 Cuma

Toplumcu bir yazar: Reşat Enis

Yoğunluk Dergisi Sayı:19 Ocak 2008

"Niye böyle yapıyoruz? Ikına sıkına iki uzun hikaye yazabilmiş bir züppeye, büyük romancı diye sayfalar ayırıp, özel sayılar düzenliyoruz da, yaşadığı dönemin toplumsal ve bireysel panoramasını, bir düzüne baba romanla çizmiş bir kalem erbabını, böyle hiçe sayıyoruz. Cinayet bu be!”[1]

Attila İlhan, Reşat Enis’ten bahsederken, işte bu gerçeğin altını çiziyor… Evet bir cinayet işleniyor. Emperyalizmin kültür kuşatmasının ve toplumsal çürümenin yaygın olduğu günümüzde, emekçileri anlatan eserler ve bu eserlerin yaratıcıları bilinçli olarak unutturuluyor. Yerleri popüler edebiyatın kolay tüketilmeye hazır ürünleriyle veya fildişi kulesinden yazanlarla dolduruluyor:

“Böylece sanatçı ve sanatı, kendi yapısallığı ve bütünlüğü içinde değil de, kurulu düzenin egemenleri ve art niyetli uygulayıcılarının istediği biçimde okura sunulmuştur. Bırakın nesnel değerlendirme yaptıklarını savlayanları, öznelliğin koyu noktasında olanlar bile insanda tenle tinin; sanatta da dünya görüşüyle yaratının (eser içeriğinin) birbirinden ayrılmayacağını çok iyi bilirler. Ama dışladıkları dünya görüşünü devre dışı bırakmak ve sanatçıyı da ellerinden geldiği her biçimde yıpratmak isterler. O nedenle okurla kitap arasına girip, yazarını da unutturmaya çalışırlar.”[2]

Yordam Kitap tarafından yayınlanan “Kırmızı Karanfil”, uzun yıllardır gün ışığına çıkmayı bekleyen bir eser. Kırmızı Karanfil’in yayınlanması, Reşat Enis’in vasiyetnamesindeki naçizane isteklerinden biriydi. Ölmeden kısa bir süre önce bitirdiği eseri, ölümünün ardından 22 yıl sonra basılır.

Bu yazıda, Reşat Enis’in yayınlanan son eseri vesilesiyle toplumcu gerçekçi bir yazarın bilince çıkarılmasına bir katkı sunulması hedefleniyor.

Unutturulan Yazarın Eserlerine Dair

80 sonrası kuşağın adını dahi duymadığı Reşat Enis, bir dönem Türk edebiyatında en tanınan yazarlardan biriydi. 1930 yılında Sultanahmet Adliye Sarayı’nda muhabirlikle gazeteciliğe adım atar. 1968 yılında emekli olana kadar gazetecilik yaparken bir yandan da roman ve öykü türünde eserler verir. İlk eseri 1930’da yayınlanan “Kılıcımı Sürüyorum” adlı öykü kitabıdır. Daha sonra roman türüne yönelir.

Toplumcu gerçekçi roman anlayışının gelişmesine katkıda bulunan Reşat Enis, romanlarında ağırlıklı olarak İstanbul’un kenar mahallelerini, emekçileri, düşkünleri ve serserileri anlatır. Büyütecini toplumun alt katmanlarına tutar. Eserlerinde toplumsal duyarlılıklar söz konusu olduğu gibi insani durumlar da en ince ayrıntısına kadar ele alınır.

Reşat Enis sadece İstanbul’u anlatmaz. Tahir Alangu’nun ifadesiyle, o Orhan Kemal ve Yaşar Kemal’lerin habercisi olmuş önemli bir yazardır.[3] 1933 yılında yayınlanan “Gong Vurdu” adlı eserinde, Anadolu’yu, köy emekçilerini anlatacağının müjdesini verir. Çukurova’yı ve toprak emekçilerini ele alır, örneğin “Toprak Kokusu” adlı eserinde. Bu eserinde ağanın toprak emekçilerini sömürmesini ve onların yoksulluğunu anlatır. Halide Edip Adıvar, bu eser için, “Steinbeck’in Gazap Üzümleri’nden daha güçlü bir yapıt” diye yazar.[4]

İşçi sınıfına dair ilk eser veren yazarlardan biridir, Reşat Enis. 1937’de yayınlanan “Afrodit Buhurdanında Bir Kadın” adlı eseri, Nazım’ın ifadesiyle, “Türk edebiyatının temel taşıdır”.[5] İşçilerin özellikle sanayi ve yer altı maden işçilerinin yaşantısı mercek altına alınırken, kadın işçilerin çifte sömürülüşü, patronlar tarafından tacize uğrayışını ayrıntılarıyla ele alır. “Sarı İt” ise, 1960’lı yıllarda, işçi sınıfından kesitler sunuyor. İşçi sınıfının hareketlendiği, grevlerin filizlendiği bir dönemde, sendika-işçi-patron ilişkilerini kaleme alır.

Kırmızı Karanfil

Bu eserde, yazarın diğer eserlerinden farklı olarak bir olay örgüsünden bahsedemeyiz. Diğerlerinde ana konunun yanında öykücükler söz konusuyken yazar bu eserinde bir tarihsel kesiti alıp dönemin toplumsal ve siyasal olaylarını, kendi hayatını ve karşılaştığı insanları anlatır. Yazar her ne kadar 1979 - 1980’li yıllardan bahsetse de, 1. Dünya Savaşı’na rastlayan çocukluğuna, gazeteciliğine ve yitirdiği eşine dair anılarına döner. Geriye dönüşler ya da konular arasında kurulan benzerlikler de zorlama değildir, eserin akıcılığını bozmaz. Yazarın yer yer mizaha başvurması da akıcılığı artıran diğer bir nedendir.

Yazar, Kırmızı Karanfil’de, diğer eserlerinden bahsederken toplumsal olayları ve insani duyarlılıkları nasıl ele aldığını anlatır. Bu eserinde de, bu yaklaşımın izlerini görürürüz. Reşat Enis, serserileri ve sokak satıcılarını en ince ayrıntısına kadar betimler.

Cavit Orhan Tütengil ve Ümit Yaşar Doğanay gibi iki akademisyenin öldürülmesine de değinir. Devrimci gençlerin yanındadır ve onlara desteğini sunar. Onların mücadelesini yansıtır. Devrimci ve ilerici insanların işkenceye uğramasını ele alır. Kitaba adını veren öykücük devrimci bir kızın, Ayşın’ın öldürülmesini anlatır:

‘“Dokuz ay dar karnımda götürdüğüm oğul – Dolama beşiklerde belediğim oğul – Dolap dolap ak sütümü emzirdiğim oğul’ diye söyleniyordum Dede Korkut gibi…
- Olmaz böyle şey… Ayşın ölemez… Olamaz… Olamaz… Olamaz! diye çırpınıyordum. ‘Hangi dağ daha yüksek bizim yüreğimizden, hangi deniz daha büyük bizim özlemimizden…”[6]

Reşat Enis, siyasal çatışmaları ve toplumsal olayları olduğu gibi yansıtmaya çalışır. Yazar, eserinde bir devrimcinin ağzından şu sözleri aktarır:

“Neler gördüm Çorum’da? Yetmişlik bir emekçi (Sünni) diyordu ki: Alevi’ye kız vermişiz. Alevi’den evlenmişiz. Kanımız birbirine girmiş. Akraba, hısım olmuşuz. Biz mi birbirimize kurşun atacağız? Köpekler, namussuzlar… Kandırdıkları insanları üzerimize saldırdılar. Mezhep kavgası değil bu… Baskı kurmak isteyen yöneticilerle Çorumlu yoksul halkın kavgasıdır bu…”[7]

Reşat Enis, 12 Eylül dönemini de anlatır. Dönemin siyasal eleştirisini de keskin bir dille yaparken, Özal’a dair şunları söyleyecektir :

“Şikago Üniversitesi ekonomi profesörü Friedman’ın metotlarını Türkiye’de uygulayan, başarısızlığını başarı gibi gösteren hokkabazın biri… Adana’lıların loğ taşı dedikleri ve zaman zaman toprak damlarını ezip sertleştirdikleri taş… Bu adamın metotları da loğ taşı gibi ülkeyi yamyassı etmiştir; insanların canına ezan okumuştur.”[8]

Reşat Enis’te Toplumsal Duyarlılık

Reşat Enis kimleri konu edindiğine ve roman tekniğine dair şunları söyler:

“Ünlü bir ozanımız, batan güneşin son ışımlarını Üsküdar’daki tahta evlerin camlarında seyreder de coşkuya kapılıp ‘dörtlük’ler sıralar. Yıkılmaya yüz tutmuş evlerin camları gerisindeki yoksulları düşünmez: Sofrasına koyacak ekmek bulamayanları… Hasta döşeklerinde doktorsuz, ilaçsız kıvrananları… Bu hastaların başucunda yüreğinin yağı eriyenleri…

Ben toplumun romancısı olmaya uğraştım. İnsanlarımın çevrelerine girdim. Onlarla birlikte ağladım. Onların arasından ayrılıp evime dönünce, hıçkırıklarımı tutamazdım bir süre… Sofra başında boğazıma dizilirdi yediklerim…”[9]

Reşat Enis, romanlarını yazarken, emekçilerin arasına girer, onları gözlemler ve adeta bilim adamı titizliğiyle gördüklerini yazıya döker. Bu özelliğinin arkasında gazetici kimliğinin etkisinin olduğu yadsınamaz:

“Gerçeklere aykırı düşmesin diye Tıp Fakültesinin Morfoloji enstütüsünde ‘kadavra havuzları’nı görmüştüm. O havuzlarda yüzen kadavralar! Haftalarca et yiyememiştim. Çorba içememiştim. Çorba kasesi içindeki et parçaları, kadavra havuzlarını ansıtırdı bana… O havuzlarda yüzen kadavraları! O havuzlara düşen kadavraların serüvenlerini hayal ederdim. Boğazım düğümlenirdi.”[10]

Yazara “senin tek romanındaki gereçlerle on roman yazılır” diyenlere, o gazeteci yanıyla şu cevabı verir:

“Bu işin profesyoneli (esnafı) değil, amatörüyüm ben… Gereç savurganlığı saymam bunu… Gereçlerimi ‘eliaçık’ça harcarım. Yazmakla tükenir mi yaşamdaki bu gerçekler?”[11]

Reşat Enis’in romanlarına baktığımızda olaylar ardarda sıralanır. Romanında ana hikayenin yanında, yan hikayeler vardır. Bu hikayeler anlatımdaki akıcılığı etkilemez.

Güzel ve özenli bir dile sahip olmanın yanında, unuttuğumuz sözcükleri yeniden hatırlatan bir yazardır.

Yazarın Burjuvazinin Tepkisini Çekmesi

Haksızlıkların karşısındaki duruşu ve sermayedarların emekçileri sömürüsünü deşifre eden tutumu yüzünden şimşekleri üzerine çekmekte gecikmez. Toplumsal eşitsizlikleri günyüzüne çıkaran bir yazar olarak kitapları yasaklanacak, hakkında soruşturma açılacaktı.

Reşat Enis’in “Despot” adlı eseri, hem kendinin hem de birilerinin başına iş açar. İstanbul Emniyet Müdürlüğü Narkotik Büro’daki polis memurları eroin kaçakçıları ve yapımcıları ile ilgili doküman vererek eserinde işlemesi için yardımcı olurlar. Reşat Enis bir gün teşekkür amacıyla gittiğinde görevli polis memurlarının Van ve Erzurum’a atandığını öğrenir:

“Anlamıştım: ‘Despot’, zülfüyare dokunmuştu. (Yukarıdaki) güçlüleri ‘eroincilerin koruyucularını’ tedirgin etmişti.
(…)
Dava açıldı diye, romanı yayınlayan gazete pabucumu elime vermemiş miydi benim de?”[12]

Türkiye burjuvazisinin eleştirisinin cesurca yapıldığı Afrodit Buhurdanında Bir Kadın, toplatılamaz. Matbuat Umum Müdürlüğü (Basın Yayın Genel Müdürlüğü) zararlı damgası vurmuştu esere. Toplatılması gerektiği yönünde hükümete rapor vermeye hazırlanıyordu. Müdürlükte görevli olan Sadri Ertem, “Toplatılması, yapıtın üzerine dikkati çekecektir” diyerek yetkilileri yanıltıp eserin toplatılmasını engellemişti.[13]

Toprak Kokusu ve diğerleri, Afrodit Buhurdanında Bir Kadın’dan farklı kaderleri paylaşır. Toprak Kokusu, 1945 yılında Bakanlar Kurulu tarafından yasaklanır. Dönemin Başbakanı Şükrü Saraçoğlu ile bir toplantıda tanışan Reşat Enis’e, Saraçoğlu şunları söyleyer:

“Yapıtını okudum, beğendim; dedi, ama mecliste bir toprak yasası görüşülüyor. Meclis üyelerini etkiler düşüncesi ile yasaklattım ‘Toprak Kokusu’nu… Yasa çıkar çıkmaz yasaklama kalkacak.”[14]

Yasa çıkmaz ama eser üzerindeki yasak kalkar.

Reşat Enis son eserini 1980 darbesi döneminde yazmıştı. Darbeyle yeni bir dönem başlıyordu. Oysa yaşadığımız günler, o günleri bile aratırcasına toplumsal çürümenin had safhaya ulaştığı günler. Reşat Enis’i okumak, toplumcu gerçekçi edebiyatın ürünlerini yeniden anımsamamız anlamına gelecek ve sermayenin kültürüne karşı emekçilerin sanat cephesinin değirmenine su taşıyacaktır.


[1] Aktaran Büke, Ahmet, “Raaat, Hazrolll. Soldan Unut!”, 25 Mayıs 2006, http://www.onceekmek.com/yazarlar/abuke/ahmetbuke14.html
[2] Gençay, Güngör, “Afrodit Buhurdanında Bir Kadın”, Evrensel Gazetesi, 13.02.2003
[3] Gündüz, Aydın, “Unutturulamayan Romancı”, Evrensel Gazetesi, 27.01.2002
[4] Enis, Reşat, Kırmızı Karanfil, Yordam Kitap, Eylül 2006, s. 143
[5] Enis, Reşat, a.g.e., s. 141
[6] Enis, Reşat, a.g.e., s. 238
[7] Enis, Reşat, a.g.e., s. 200
[8] Enis, Reşat, a.g.e., s. 229
[9] Enis, Reşat, a.g.e, s. 49-50
[10] Enis, Reşat, a.g.e, s. 49-50
[11] Enis, Reşat, a.g.e, s. 49-50
[12] Enis, Reşat, a.g.e., s. 143-144
[13] Enis, Reşat, a.g.e., s. 141
[14] Enis, Reşat, a.g.e. s, 120