20 Haziran 2008 Cuma

Yarına gitmek için "gemileri yakan" bir şair: Behçet Aysan

Sivas’ta kaybettiklerimizin
anısına…

Kaç samanyolu fışkırır düşlerinden
Kim bilir kaç çağ çiçeklenir
Kaç deniz ölür kaç ozan yanar
Bükülür boynun senin, ey şiir![1]

2 Temmuz 1993… 35 aydınımızı yitirdiğimiz tarih… Gözümün önünden gitmiyor o güne dair fotoğraf karesi… Metin Altıok, Uğur Kaynar ve Behçet Aysan bir merdivene oturmuşlar. Metin Altıok’un elinde bir fırça, Behçet abinin önünde bir yangın tüpü, Uğur Kaynar’ın eli çenesinde… Tedirginlik kol geziyor. Bir korkulu bekleyiş. Sıkıştırılmışlar, kaçacak yerleri yok. Ankaralara haber verilmiş, ama birileri geçiştirmiş. Ve sonuç bilindik. Semah dönmeye, tiyatro oynamaya, şiir okumaya, edebiyat tartışmaya gidenler, sevdiklerini geride bırakarak ateşe tutuşmuş… Bir şair ölümünü önceden sezebilir miydi?

bir yaz günü oldu bunlar
gri yağmurlar yağıyordu
çekildi bütün kılıçlar
ben bir yanda rakip hayat
denizse köpürüyordu
ve şarkılar söylüyordu
alabildiğine bir siren*
ölmemi istemiyordu[2]

Sanki bir yıl önce içine doğmuş ki, Behçet abi bu şiiri 20 Temmuz 1992’de yazmış. Behçet abiyi tam da bu katliamın ertesi günlerinde tanıdım. Bu günler, kendimi, ülkemi tanıma ve anlamlandırma süreciydi. Bu günler, hala içinde yaşadığımız karanlıktan aydınlığa nasıl çıkacağımızı sorguladığım günlere denk geliyordu. Böylelikle Aziz Nesin’in deyimiyle, “kendi kendilerine ördükleri kozanın içinde uyuşup yuvalananların geleneksel uyuşukluklarını bozmayı”[3] dert edinmiştim. Daha sonraki yıllarda bazı tatlı su solcularının gericilerle kolkola girmesine şaşırıp kaldım. Gericilerle dayanışanların, onlara özgürlük isteyenlerin aksine, dinci gericiliğe karşı mücadele verenlerin safında oldum.

Behçet abinin şiirinin bende bıraktığı izleklere geçmeden, bu yazıyı yazmama vesile olan şair Salih Bolat ve Behçet abinin kızı Eren’e teşekkürler. Behçet abi ile ilgili ne kadar güzel bir kitap hazırlamışlar. Salih Bolat, Sivas katliamı dolayısıyla, biraz önce bahsettiğim noktaya, bazı sol kesimlerde yaşanan siyasal bilincin yitirilmesine vurgu yapıyor: “… bir bakıma bu toplumsal kara lekeyi ışığın altına tutmak ve daha iyi görünmesini sağlamak olarak görüyorum. Çünkü toplumsal belleğimize güvenmemek gerektiğini, yakın tarihimizdeki başka bir çok olaydan anlamak mümkün.”[4]

Bu kitabın diğer bir amacı ise, Behçet Aysan’ın poetik evrenini yansıtmak. Kitapta dostlarının Behçet abi ile ilgili anılarına, Behçet abi ile yapılan röportajlara yer verilirken; onun şiir dünyasının derinliğine de iniliyor.

İnsan sıcağı bir adam…

68 kuşağından tanırım . “Elveda” deyip ilkeye, bugüne küsmeyişinden.
Hekimliğinden tanırım. Meslek, insan sıcağıdır. İnsan, çözülmesi gereken çok denklemli soru.[5]

Behçet Aysan, 1968’de askeri öğrenci olarak Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi’ne girer. Toplumsal hareketliliğin olduğu bu dönemde, mücadeleye balıklama girmemek ne mümkün. Askeri ortaokul öğrencisi olarak tanıştığı Selimiye Kışlası’na 12 Mart kapıyı çaldığında, elleri kelepçeli dönecektir. 1968’de başladığı tıp öğrenimini ise, ancak 1984’te bitirir.

Behçet abi psikiyatri uzmanıydı. Onun mesleğine yaklaşımında, nasıl bir insan davranışının, nasıl bir duyarlılığın yattığını arkadaşının gözleminden çıkartabiliriz: “Çalıştığı hastaneye, gözaltında işkenceden getirilen bir tutuklunun yaralarını gördüğünde nasıl isyan edip kendini kaybettiğini, sonra da polisler tarafından ağzının burnunun kırıldığını biliriz.”[6] Behçet Aysan, haksızlıklara tahammülü olmayan, sevdiklerine sıcak, özverili; sevmediklerine çabuk parlayan bir karakter yapısına sahipti.

Şiir, dünyayı değiştirmenin bir adıdır…

12 Eylül karanlığının ardından 1993’de yitirmiştik Behçet abiyi. 90’lar ise dünyanın ve ülkemiz üzerinde kara bulutların arttığı bir döneme denk geliyordu. Bu dönemde reel sosyalizmin çözülüşü büyük bir sevinçle karşılanırken, yeni bir dünya düzeni salık verildi. Azgelişmiş veya gelişmekte olan ülkelere emperyalist saldırıların yoğunlaştığı, bu ülkelerin yerle bir edildiği; yoksulların ve emekçilerin iyice açlığa sürüklendiği bir süreci yaşıyoruz. Ülkemiz edebiyatı da emperyalizmin saldırısından payını aldı. Postmodernizmin etkisini arttırdığı günümüzde, nitelikli edebi eserlerin, sanatın yerini kolay tüketilmeye hazır ürünler alıyor. Emekçi halktan kendini soyutlayıp fildişi kulesi içerisinde yazanlar, emperyalist kapitalist sisteme yardakçılık yapanlar, patronlara övgü dizenler ön plana çıkartılıyor. Nobel ödüllü Orhan Pamuklar, Türkçeyi kullanmaktan bihaber Ahmet Altanlar, kendisine ne kadar dava açılırsa kitabının o kadar satış yapacağı hesabını yapan Elif Şafak gibi yazıcılar eliyle ülkemiz edebiyatı emperyalizmin kuşatmasına sokuluyor. Behçet Aysan bu durumu şu şekilde özetliyor: “Sanat adına ilkel ve geri bir estetik benimsetilmeye çalışılıyor. Tabii yığın kültürü bizim gibi ülkelerde sömürge kültürüdür, savaş kültürüdür.”[7]

Şiirde de edebiyatın genel halinden farklı bir süreç yaşanmıyor. Anlaşılmazlığın esas alındığı, mekanik bir imge yoğunluğunun yaşandığı, mistisizmin altında ezilen, direnme yerine intiharın ya da teslimiyetin kutsandığı şiirlere rastlıyoruz. Küçük İskender, Murathan Mungan, Lale Müldür gibi medyatiklerin karşısında, Behçet Aysan’ın şiiri kendini hissettirir: “Şiir yaşanılan dünyadan ve gerçekten bağımsız, kendi kendine yeten bir imge yığını olamaz. Günümüz dünyasının karmaşık gerçeği yeni ve şaşırtıcı imgelerle kurulabilir.”[8] Şiirin metalaştığı günümüzde, Behçet Aysan’ın şiiri güncelliğini koruyor; hatta daha da önem kazanıyor.

Behçet Aysan toplumcu gerçekçi şairlerimizdendir. Ona göre, şiirde estetik ve toplumsal işlev bir arada olmalıdır. Şiir ancak böylelikle ileri bir düzleme taşınır. Şiirinde bireyle ülkesi harmanlanır. Kendi ülkesinden yola çıkarak evrensele ulaşmaya çalışır. Şiirinde bireyi toplumcu bir yöntemle anlatır. Bütün hayatları bilme isteğiyle yanıp, tutuşur. İnsanların sorunlarını kendi sorunları olarak bilme ve çözme derdi, şiirine zenginlik katmaktadır.

Behçet Aysan toplumculuğu bağırmak olarak algılamaz. Şiirin bağırmadan usul sesle söylenmesinden yanadır. Ona göre şiir, usul sesli bir çığlık olmalıdır. Estetiği yok sayan, şiiri şiir yapan asli unsurları bir kalemde silen, kolaycı, şabloncu bir toplumculuğunda karşısındadır.

halkım
sevgilim
yanar
güneşte etin kehribar

bir üzüm

çıngılı**
gibi.[9]

Behçet Aysan şiiriyle mücadeleye çağrır: “Şiir gerçekliğe dayanırken, bir yandan da onu aşmaya çalışır. Dünyayı kavrama ve çözmeye uğraşmasının, değiştirmesinin bir parçası değil midir?”[10] Behçet Aysan, bireylerin duyarlılıklarını yitirdiklerini, dış dünyaya ve kendilerine yabancılaştıklarını, yaşamın bir araca dönüştüğünü vurguluyor. Yaşanılan gerçeklik ile algılanan gerçeklik arasında bölünme ortaya çıktığını; dünyayı olduğu gibi değil de, burjuvazinin istediği gibi görmenin adı körleştirme ideolojisi, diye ekliyor. O bu duruma umutsuz yaklaşmıyor: “Yıkılacak olanın, çürüyenin içinde, filizlenen bir şey var.”[11] Kayıtsız kalınamayacağını da ekliyor: “Çürüyenle yıkılacak olanın bağlarını koparmaya, palamarlarını çözme anlamında gemileri yakmaya, gelecek olana gitmek için, yarına gitmek için ‘gemileri yakmaya’ evet.”[12]

gördüm bir sıcak öpüşün
kiliminden dokunanı
utandım
bağrımda eskiden
çini mürekkepli dövmelerimden
küreledim sevda tavında alazlaşanı
yoksulluğun kavında yanan
bir hallacın yere düşen terinden
ve anladım ki her şey
sevmekle başlar insanı.

yaktım gemilerimi.[13]

Behçet Aysan’ın şiirinin derinliklerinde…

Behçet Aysan’ın ilk şiiri 1979’da, ilk şiir kitabı “Karşı Gece” ise, 1983’te yayımlandı. Daha sonra sırasıyla, “Sesler ve Küller”, “Eylül” ve “Deniz Feneri” adlı kitapları. Ölümünden sonra ise, Aralık 1993’te, bütün şiir kitapları “Düello” adı altında tek kitap olarak yayımlandı.

Şiirinde az sayıda sözcük alt alta gelmiş, hatta aralarında olağandışı aralıkların olduğu, kısa ve kesik dizelerle kırık bir ritm sağlanmıştır. Hüzünlü, içli ve duygulu bir ses tonuyla yazılan dizeler bir ritmi, bir musikiyi andırır. Şiirindeki duraklamalar şiirinin yapısını sağlamlaştırır. Şiirlerinde öykülemeye de başvurulmuştur. Birbirinden uzak gibi görünen gerçekler ve imgelerin şiirinde yanyana gelişi, anlatılmak isteneni daha canlı kılar. Şiirlerinde sözcükler gerçek anlamları dışında yeni anlamlar da kazanır. Bir sözcük olumlu anlamlar bürünebildiği gibi olumsuz anlamlara da bürünebilir. Şiirlerinde, begonya, fesleğen, sardunya, yasemin, leylak, akasya birer imge olarak sıkça karşımıza çıkar.

Behçet Aysan’ın şiirlerinde mitoloji de yer alır. Tanrıçalar, tanrılar, mitolojide geçen dağlar, düşsel kahramanlar, düşsel şairler şiirinin renkliliğini ortaya koyar. O, Anadolu ve komşu uygarlıkların kültürel bireşiminden yararlanır ve bunu çağdaş kültüre sunar.

ayaklanan yüreklerden biri olimpos’a*** gizlenirdi
biri anadolu bozkırında.[14]

Şiirinde aşk, acı, keder, ölüm, barış, emekçilerin mücadelesi ön plana çıkan temalardır.

Şiirinde aşk…

Behçet Aysan şiirinin dikkat çekici özelliklerinden biri lirizmdir. Onun şiirinde aşk, toplumsal olandan bağımsız ele alınmaz. Günümüzde aşk da yara almıştır. Fakat onun şiirinde bu duruma inat, zengin çağrışımlarla aşki bir söyleyiş kendini hissettirir.

ak bir yaban güvercini
gibiydin aşk
vişnelere
bulaştın kirlendi beyazın.[15]

Şair aşkların da yara aldığını söylerken, aşkta ısrar eder. Hala umut beslemeye devam eder. Yaşanabilecek güzel şeyler için feda edebilecekleri de vardır.

kimi şeyler vardır
o an yazılamaz

söylense,

söz sözün boşluğunda kalır

bir söğüt düşünün gölgesiz
bir yarın düşünün bugünsüz

bir şarkı yankısız

bir aşk
düşünün

anısız.

ey hayat onu bana bağışla

yırtıp atayım
bütün şiirlerimi

ne boşnakça konuşayım
ne brahmsı dinleyeyim[16]

Şiirinde acı, keder…

Böyle bir dünyada şair kederi de anlatmalıdır. Şiiri ayrılık acılarının, kederinin şiiridir. Acıyı sürekli bir izlek olarak taşır.

acılarımız
umutlarımızdır[17]

Behçet Aysan’da umudun can erik tadına kan tadı karışmıştır; çünkü zambağa kan bulaşmıştır.[18] Behçet Aysan’ın yurdu ayrılıkların, acıların ülkesidir.

sevdalar vardır
derin kuyularda
eski sarnıçlarda
yaşar

gün görmüş
acılar bilmiştir

direnir

kim bilir kaç işgal geçirmiştir

yurdum gibi.[19]

Kırılgan bir anlatımın yeğlendiği aşağıdaki dizeler ise, kederi soylu kılmaktadır.

kırgınım, saçılmış
bir nar gibiyim

sessiz akan bir ırmağım
geceden

git dersen giderim
kal dersen kalırım.[20]

Şiirinde ölüm…

Behçet Aysan şiirlerinde ölüm beklenendir. Ölüm bir değişime işaret eder. Ne var ki, beklenen ölüm ona beyaz bir gemi içinde görülmeyecektir.

çünkü beyaz bir gemidir ölüm

siyah denizlerin hep
çağırdığı

batık bir gemi

sönmüş yıldızlar gibidir

yitik adreslere benzer
ölüm

yanık otlar gibi.

sen bu şiiri okurken
ben belki başka bir şehirde
ölürüm.[21]

Şiirinde Egeli emekçiler, Arjantinli kayıp anneleri…

Şiirlerde Ege’nin iki yakasından emekçilerin ortak yazgısını anlatır.

serez çarşısı dokumacılar grevi
ve bütün grevlerin iki önderi
biri rum biri türk, kandiya’dan. ****

gün ortasında esmer bir gece
veles demirkapı hattı greviydi
bir kurşun, işçi mihali yerde.[22]

Behçet Aysan bu şiirde görüldüğü gibi İşçi Mihaliler, esmer tütüncü rençperler, kenar mahalleler, bebek ölüm hızı, çocuk işçiler, işsizlik, çamaşırcı kadınlar, su satan çocuklar, grev halayları, afiş asan çocuklar, vardiyadan yeni çıkan yorgun işçiler şiirinde çok yalın bir biçimde karşımıza çıkar. Arjantinli kayıp annelerinin acısına da ortak olur.

yedi yıl geçtikten sonra, plaza de mayo*****

yürüyorlar alana doğru
binlerce beyaz başörtülü kadın******

ve binlerce yitik fotoğrafı
genç yaşlı kız erkek

binlerce desparecidos. ******* [23]

Şiirinde dünyanın önde gelen toplumcu gerçekçileri…

Dünyanın önde gelen toplumcu gerçekçileriyle kendisinin ve Anadolu’nun şiirsel zenginliğini bir potada eritmiştir: “Ülkelerinde yaşadıkları dönemlerdeki toplumsal özelliklerin, yaşadığımız koşullarla benzeşmesi ve kendi yaşamlarındaki bireysel fırtınaları toplumsal kaygılarla bütünleştirebilmiş olmaları, yani güzel bir dünya geleceğine inançla, güncelin acı ve kedere hiç yenilmeden verebilmiş olmaları. Bu şairleri bana çekici kılıyor.”[24] Aleksandre Blok, Yavorov, Attila Jozsef ona çekici gelen şairlerdir. Behçet Aysan, Neruda’nın ülkesine de selam yollamayı ihmal etmez.

neruda, neruda
senden sonra da
özgür yaşayacak
burcu burcu
leylakların yurdu
arokanya.[25]

O hala aydınlatıyor…

Behçet Aysan eşitlikçi bir toplum için yazıyordu. Ortak düşümüz için bize yol göstermeye devam ediyor…

bilirim yarın diye bir şey var
çeliğin su katılmamış bir yanı
ırmakların geçilecek, fırtınaların
dinecek

bir yanı var
ömrümüzün
belki bir gün gülecek.

selam verip
selam alacak

barışa kardeşliğe

hep tok yatan
çocuklar görecek

el ele
aşklar, omuz omuza
dostluklar

ne dikenli teller olacak
ne tanklar tüfekler

ne tüberküloz kalacak
ne lösemi

ne işsizlik

ne banka
ne borsa

süt gibi duru ve ak
ekmek gibi sıcak

bizim de
bizim de

günlerimiz olacak.[26]

Yoğunluk Dergisi Sayı: 13 2007 Ocak

[1] Püsküllüoğlu, Ali, “Behçet’e Ağıt”, TYS Edebiyat, Sayı:10, Ağustos 1994.
* Siren: Mitolojide; denizde kayalar üzerinde gemicilere şarkılar söyleyen deniz kızı.
[2] Aysan, Behçet, “Düello”, Düello, Adam Y., Aralık 1993, s. 243.
[3] Nesin, Aziz, Bir Tutam Aydınlık, Adam Y., Mart 1996, s. 21.
[4] Bolat, Salih, Aysan, Eren, Deniz Feneri, Um:ag Y., Mayıs 2006, s. 9.
[5] Kansu, Işık, “Sevgili Behçet Ağabey”, Deniz Feneri, s. 218.
[6] Ergülen, Haydar, “Behçet Çok İyi Bir… ‘Adam’dı!”, Deniz Feneri, s. 43.
[7] Fişekçi, Turgay, “Behçet Aysan’la Söyleşi”, Deniz Feneri, s. 188.
[8] Fişekçi, Turgay, age., s. 190.
** Ufak ve seyrek taneli üzüm salkımı.
[9] Aysan, Behçet, “Sesler Ve Küller”, Düello, s. 86.
[10] Kansu, Işık, “İstiyorum Ki, Bağırmadan Söylensin Şiir”, Deniz Feneri, s. 184.
[11] Satıcı, Adnan, “Yıkılacak Olanın Çürüyenin İçinde, Filizlenen Bir Şey Var”, Deniz Feneri, s. 185.
[12] Satıcı, Adnan, age., s. 186.
[13] Aysan, Behçet, “Aşkın da Köle Çağı Vardır”, Düello, s. 64.
*** Mitolojide gök tanrı Zeus’un bulunduğu dağ.
[14] Aysan, Behçet, “Deniz Feneri”, Düello, s. 201.
[15] Aysan, Behçet, “Kara Sevda”, age., s. 91.
[16] Aysan, Behçet, “Onu Bana Bağışla”, age., s. 166.
[17] Aysan, Behçet, “Yeni Bir Gökyüzü Aranıyor”, age., s. 189.
[18] Ökmen, Cahit, “Şiirin Atlasında Lirik Bir Yolculuk”, Deniz Feneri, s. 109.
[19] Aysan, Behçet, “Aşk İçin Prelüdler”, Düello, s. 181.
[20] Aysan, Behçet, “Bir Eflatun Ölüm”, age., s. 131.
[21] Aysan, Behçet, “Beyaz Bir Gemidir Ölüm”, age., s. 191-192.
**** Girit adasında bulunan en büyük şehir.
[22] Aysan, Behçet, “İşçi Mihali’nin Ölümü”, age., s. 219-220.
***** Mayıs alanı. Her yıl darbe yıldönümünde kayıp annelerinin protesto gösterileri için toplandıkları yer.
****** Arjantin’de binlerce kayıp annesinin protesto gösterilerinde kullandıkları, dönemi yargılayan simge.
******* Arjantin’de kayıplara verilen ad.
[23] Aysan, Behçet, “Beyaz Başörtülü Kadınlar”, age., s. 175.
[24] Fişekçi, Turgay, “Behçet Aysan’la Söyleşi”, Deniz Feneri, s. 189-190.
[25] Aysan, Behçet, “Neruda, Neruda”, Düello, s. 33.
[26] Aysan, Behçet, “Yarın Diye Bir Şey Var”, age., s. 155-156.