Çağımızda Hukuk ve Toplum Dergisi İlkbahar 2008
Bu çalışma, gündemdeki sosyal güvenlik reformunu tartışmayı amaçlıyor. 5510 Sayılı Kanun ve bu kanunda değişiklik öneren kanun tasarısı çerçevesinde toplumsal riskler karşısında insanları nasıl bir geleceğin beklediği, nasıl bir emeklilik ve sağlık sistemi ile karşı karşıya kalındığı sorgulanıyor. Çalışmada öncelikle yasalaşma süreci ve sosyal güvenlik reformunun hangi gerekçelerle sunulduğu ele alınıyor. Daha sonra 5510 Sayılı Kanun sigortalılık, kısa ve uzun vadeli sigortalar ve genel sağlık sigortası ile ilgili hükümler açısından inceleniyor.
Sosyal güvenlik reformu AKP ile gündeme gelmemiştir. 1999 yılında, DSP-ANAP-MHP hükümeti döneminde, “mezarda emeklilik yasası” olarak isimlendirilen 4447 Sayılı Kanun kabul edilmiştir. Emeklilik için yaş sınırı kadınlarda 50’den 58’e, erkeklerde 55’den 60’a yükseltilirken; prim ödeme gün sayısı 5000 günden 7000 güne çıkarılmıştır. Aynı hükümet döneminde, 2001 yılında, bireysel emeklilik ile ilgili kanun tasarısı da yasalaştı. Diğer düzenlemeler, kanun hükmünde kararname (KHK) olarak yapılsa da, Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmiştir. Daha sonra ise, AKP hükümeti göreve başlar başlamaz, iptal edilen KHK’ları yeniden pişirip önümüze getirmiştir. AKP hükümeti döneminde Sosyal Güvenlik Kurumu Kanunu kabul edilene kadar sosyal güvenlik kanunları sekiz kez değiştirilmiştir. Bugün AKP, sosyal güvenlik sisteminin tasfiyesini nihayete erdirmektedir.
Türkiye’de sosyal güvenlik reformunun gerekçeleri AKP döneminde özellikle iki belgede açıklanmıştır. 29 Temmuz 2004 tarihinde Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı’nın hazırladığı “Beyaz Kitap” olarak anılan “Sosyal Güvenlik Sisteminde Refah Önerisi” gündeme sokulmuştur. İkinci belge ise, önceki belgenin birazcık değiştirildiği, Nisan 2005 tarihli “Sosyal Güvenlik Sistemi’nde Reform” başlıklı belgede açıklanmıştır. Sosyal güvenlik reformu daha önce dört tasarıda toplanırken daha sonra iki yasada somutlaştı: Yürürlük tarihi şimdilik 01.06.2008 olan, 5510 Sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu ve 5502 Sayılı Sosyal Güvenlik Kurumu Kanunu. 20 Mayıs 2006’da yürürlüğe giren 5502 Sayılı Kanunla, Bağ-Kur, SSK ve Emekli Sandığı ortadan kalkarken; bu kurumların bütün aktif ve pasifleri, sosyal güvenlik ile ilgili tüm görevlerin toplandığı tek kurum olan Sosyal Güvenlik Kurumu’na aktarıldı.
Anayasa Mahkemesi’nin 5510 Sayılı Kanun’un bazı maddelerini iptal etmesinden sonra Sosyal Güvenlik Kurumu’nca 17 Mayıs 2007 tarihinde “Sosyal Güvenlik Reformu: Uygulama Öncesi Yeni Yaklaşım” isimli bir kitap yayımlandı. 15 Haziran 2007’de yürürlüğe giren “Sosyal Güvenlik Kurumu Sağlık Uygulama Tebliği” ve “Tedavi Yardımına İlişkin Uygulama Tebliği”lerle, yürürlüğü ertelenen 5510 Sayılı Kanun parça parça yürürlüğe girmiştir.[1] 27.11.2007 tarihinde “Sosyal Sigortalar Ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu İle Bazı Kanun Ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı” TBMM’ye sunulmuştur. Bu tasarıda, çalışanların kazanılmış hakkını gasbeden 5510 Sayılı Kanun’un daha da gerisine düşen yeni ilaveler vardır. Üzerinde hala çalışmaların yapıldığı Sosyal Hizmetler ve Yardımlar Hakkında Kanun Taslağı da reformu tamamlayacak diğer kanun taslağı olarak görülmektedir.
1999 yılında çıkarılan 4447 Sayılı Kanun’un etkileri 2035 yılına kadar geçiş süreciyle birlikte devam edecektir. Bu kanunun sonuçlarının hepsi hayata geçmeden sosyal güvenlikte yeni bir hak kaybıyla karşı karşıya kalınmaktadır. Sosyal güvenliğin tasfiyesine neden olan bu kanunlar, hukuktaki beklenilen ve kazanılan hakları korumamaktadır. Kanun koyucu beklenen haklar üzerinde her zaman değişiklik yapabilir. Fakat konu sosyal güvenlikte olduğu gibi sosyal yönü ağır basan konularda kazanılmış haklar kadar beklenen hakların korunması da önem taşımaktadır.[2]
Nasıl Bir Model Sunuluyor?
Türkiye’de sosyal güvenlik modeli Avrupa Sosyal Modeli ile uyuşuyordu. Mesleki faaliyet ölçütüne bağlı olan sosyal güvenlik sisteminin finansman kaynağını, esas olarak kazanç esasına dayalı sigorta primi oluşturuyordu. Sosyal güvenlik reformu ile, Avrupa Sosyal Modeli’nden uzaklaşılmakta, gerçek anlamda sosyal güvenlik sistemi olarak nitelendirilemeyecek olan Kuzey Amerika Modeli’ne yaklaşılmaktadır. Kuzey Amerika Modeli’nde, birey kendi güvenliğini sağlamak durumundadır. Devletin görev ve sorumluluğu, en son aşamada söz konusu olmaktadır. Belirtilen ideolojiyi yansıtan ABD Sosyal Güvenlik Sistemi, sadece asgari düzeyde emeklilik rejimi ile emeklilere ve yoksullara sağlık hizmetini kapsamaktadır.[3]
Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne üyelik süreci dikkate alındığında, bu modelin isabetli bir model olarak değerlendirilemeyeceği gibi iddialar ise yanlış değerlendirmelerin bir sonucudur. Avrupa Sosyal Modeli, kapitalizmin sosyal devlet politikalarını uygulamak zorunda olduğu bir dönemin modelidir. Kapitalizm 1970’lerden itibaren yaşadığı krizi aşmak için sosyal devlet uygulamalarına son vermeye başlamıştır. Sosyalist ülkelerin dağılmasından sonra işçi sınıfının mücadele ile elde ettiği hakları birer birer alınmaya başlamıştır.
Günümüzde Avrupa Sosyal Modeli’nin tamamen tasfiyesi söz konusudur. IMF ve Dünya Bankası programları Avrupa Birliği süreciyle uyum içindedir. Avrupa Birliği düzeyinde, Amsterdam Antlaşması ve Lizbon Zirvcsi’nde emeklilik yaşının yükseltilmesi, prim ödeme süresinin uzatılması, sağlık harcamalarının kısıtlanması önlemlerine ağırlık verilmesi hedeflenmiştir.[4] AB’nin merkez ülkelerinden Almanya’da, Fransa’da ve Balkan ülkelerinde sosyal güvenlik ve çalışma hayatında hak kayıpları artmıştır. AB’nin Türkiye’nin önüne koyduğu “Katılım Ortaklığı Belgesi”nde IMF ve Dünya Bankası’nın yapısal uyum programlarına uyması gerektiği bildirilmiştir.
Sosyal güvenlik reformu iki basamaklıdır. Birincisi mevcut sosyal güvenlik kurumları tasfiye edilerek, merkezi bir yönetim altında, herkesin tek bir yasaya bağlı olduğu kamu sosyal güvenlik rejimidir. Kapsama alınan herkese asgari düzeyde sağlık hizmeti ve sosyal sigorta yardımı (yaşlılık aylığı, malullük aylığı, ölüm aylığı vs…) sağlanmaktadır. Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu bu basamağı özetler. Bireyin sorumluluğu temelinde fon biriktirme esasına dayalı özel emeklilik programları, öngörülen modelin ikinci basamağını oluşturmaktadır.[5]
Sosyal Güvenlik Reformu Hangi Gerekçelerle Sunuluyor?
Gerek belgelerde yer alan, gerekse hükümet tarafından açıklanan gerekçeler şu şekilde özetlenebilir: Çalışanlar erkenden emekli olmaktayken, sosyal güvenlik kurumlarının aktüaryel dengelerinin bozulduğu ve bu kurumların verdikleri açıklar nedeniyle bütçede kara delik oluştuğu öne belirtilmektedir. Devlet bütçesinden karşılanan açıkların ülkemizin borçlarını ve faizi oranlarını arttırdığı, yatırımlarda daralmanın ve mevcut sosyal güvenlik sisteminin yapısının ülke ekonomisinin geleceğini tehdit ettiği söylenmektedir. Sosyal güvenlik kuruluşlarına bütçeden aktarılan kaynakların durduralacağı, bütçe açığının azaltılacağı ve faiz dışı bütçe fazlası hedefine ulaşılacağı belirtilmektedir.
Oysa ki burjuvazinin kayıt dışılığın önlenmesi konusunda bir amacı yoktur. Reform için öne sürülen “kara delik vurgusu”, sigortalı ile faydalanan arasındaki açı farkı değildir. Sosyal güvenlik sisteminin içinde bulunduğu krizinin nedenini, emek piyasalarındaki kayıt dışı olarak nitelendirilen istihdam biçimlerinin sürdürülmesinde aranmalıdır. Burjuvazi finansal sistemin sorunlarını çözmek için cebirsel aktüaryel hesaplamalarla çalışanların üzerinden kaynak elde etmektedir.
Mevcut sosyal güvenlik sisteminin vatandaşlarımızı yoksulluğa karşı koruyamadığı, sosyal güvenlik kurumları arasında eşitsizliklerin ve farklı uygulamaların olduğu, sigortalılar arasında eşitlik ve adalet ilkelerinin zedelendiği belirtilmektedir. Ve bu sorunların ortadan kaldırılmasında sosyal koruma önerilmektedir.
Sosyal Koruma
Bu reform kapsamında, “sosyal güvenlik” kavramı yerine “sosyal koruma” kavramı tercih edilmektedir. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Eski Bakanı Murat Başesgioğlu yaptığı bir konuşmada, sosyal güvenlik reformundaki amacı şu şekilde belirtiyordu: “Ülkemizde tam anlamıyla bir sosyal koruma sisteminin yasal mevzuatını oluşturmak.”[6] Konuşmasının devamında sözlerini şu şekilde sürdürüyordu: “Sosyal yardımın bir lütuf, bir atıfet, iktidar sahipleri, otorite sahipleri, imkan sahiplerinin keyfine göre dağıtacakları bir imkan değil, sosyal devletin ihtiyaç sahibi vatandaşa yapmak zorunda kaldığı yükümlülük olarak bir felsefe değişikliği yapıyoruz. Bu vatandaşlık bilinci de özgür bireyin yaratılması konusunda da önemli bir adım.”[7]
Sosyal yardımların artırılmasındaki temel neden, sosyal güvenliğin tasfiyesi sürecinde sosyal güvenlikten yararlananlar azaldığından, yoksulların sistemin dışına çıkacak olmasıdır. Kapitalizm, yoksulları kendi hallerine bırakılamayacak bir potansiyel tehlike olarak gördüğünden, yoksullar sosyal yardımlar ile korunmaya alınmakta, yoksulluğun yönetilir kılınması amaçlanmaktadır. Sosyal yardımların maliyeti, daha az olacağından aktarılan pay da daha az olacaktır, yani kamu sadece en yoksul kesimlere asgari düzeyde yardım yapmakla sorumlu kılınacaktır. Sosyal güvenlik ile yoksulluk arasında bağlantı kurulması, sadece sosyal yardımlarda değil, reformun bütününde göze çarpmaktadır. Bu yaklaşım, Dünya Bankası tarafından, uluslararası yardım kuruluşları aracılığıyla çeşitli ülkelerde, Aşağı-Sahra Afrikası, Güney ve Güneydoğu Asya (Hindistan, Bangladeş), Latin Amerika’da (Brezilya) başarılı bir şekilde uygulamaya sokulmuştur.[8] Ortaya çıkan fazlalık, yoksullara değil, burjuvalara akmıştır. “Bağışlanan bir inayet sistemini”, bir “hayır mekanizmasını” çağrıştıran sosyal koruma ile, madalyonun bir yüzünde düşkünleşmenin yer aldığı bir sürecin yasa taşları örülmektedir.[9]
Reform metnine göre, emekçiler ve patronlar yoksulluk riski en düşük kesim olarak görülürken, bu kesimler, sosyal güvenlik sisteminin öncelikli hedef grubu dışında tutulmaktadır: “Sosyal güvenlik sistemi ile ücretli emek arasındaki içsel bağ kopartılmakta ve ancak dışsal bir ilişki olarak bu bağ yeniden kurulmaktadır. İçsel bağın kopartılması demek, sosyal güvenlik sisteminin artı değer sömürüsünün belli bir düzeydeki tazmini olarak örgütlenmesine son verilmesi demektir. Bu bağın dışsal bir ilişki olarak yeniden kurulması ise, sosyal güvenlik hizmetinin de sermayenin yeni kâr alanları olarak örgütlenmesini ifade etmektedir. (…) Önerilen sistemin ücretlilerle (memur ve işçi) birlikte bağımsız çalışanları (Bağ-Kur’luları) da aynı potada birleştirecek olması, sisteme katılanı ‘fon sahibi müşteri’ olarak görmesi anlamında, kendi içinde tutarlıdır.”[10] Madalyonun diğer yüzünde de müşterileştirme ya da tüm emekçilerin elinden alınacak bir kaynağın sermayeye transfer edilmesi söz konusudur.
5510 Sayılı Kanunu’nda Sigortalılığa Dair
Kanunun sigortalılık ile ilgili bazı hükümlerine bakılırsa:
* 5510 Sayılı Kanun’la herkesin sosyal güvenlik kapsamı içine alınacağı tarzda vurgular yapılsa da, kapsam dışına çıkartılan çalışanlar da vardır. Kanun özellikle bazı belirli süreli çalışanları, hatta sürekli çalışanları ve asgari ücretin altında kazanca sahip olanları sosyal güvenlik kapsamı dışına itmektedir. Belli bir kazancın altında gelir elde eden, belirli süreli olarak çalışan tarım işçileri ve belirli süreli olarak tarımda bağımsız çalışanlar, sosyal güvenlik kapsamı dışına itilen bir grubu oluşturmaktadır. Fakat prim ödeyerek, zorunlu genel sağlık sigortası yanında isteğe bağlı sigortalı olabilmektedir. 2925 sayılı Yasa’da tarım işçilerine sadece uzun vadeli sigorta yardımları değil, iş kazası, meslek hastalığı gibi kısa vadeli sigorta yardımları sunulurken, yeni kanunda tarımda belirli süreli belli bir kazancın altında gelir elde eden işçilere sadece uzun vadeli sigorta yardımları sunuluyor.
Böylelikle mevcut düzenlemeye göre zorunlu sigortalılık kapsamında bulunan çalışanların artık yeni yasanın yürürlüğe girmesiyle hizmet tespit davası açma hakkı yoktur. Oysaki mevcut düzenlemeye göre asgari ücretin altında ücret verilenler, hizmet tespit davaları ile sigortalılık haklarını geçmişe dönük olarak kazanabilmekteydi.[11] Artı değer sömürüsünün belli bir düzeydeki tazminini bazı emekçilere vermekten kaçınan kapitalizm, gözden çıkarttığı bu emekçileri müşteri hanesine eklemektedir.
* Anayasa Mahkemesi’nin kamu çalışanları ile ilgili hükümleri iptal etmişti. Yeni kanun tasarısına göre; kanunun yürürlüğe girdiği tarihten sonra memur ve kamu görevlisi olarak çalışmaya başlayanlar kanuna tabi olacaktır. Kanunun yürürlük tarihinden önce çalışmaya başlayan kamu çalışanları için 5434 Sayılı Kanun’a akıflar söz konusudur. Kamu görevlileri kısa vadeli sigorta türleri dışında bırakılmıştır. Oysaki yürürlükteki düzenlemeye göre iş kazası, meslek hastalığı ile hastalık yardımları yapılmaktaydı.
* Yasada üç sigorta türüne bağlı sigortalılar tanımlanmaktadır: Uzun ve kısa vadeli sigortalı türlerine bağlı sigortalılar, isteğe bağlı sigortalılar ve genel sağlık sigortalılar. Zorunlu sigortaya uzun ve kısa vadeli sigortayla genel sağlık sigortası girmektedir. Kısa vadeli sigorta türleri; iş kazası meslek hastalıkları, analık ve hastalık sigortalılığından oluşmaktadır. Uzun vadeli sigorta türleri ise; malûllük, yaşlılık ve ölüm aylıklarını kapsamaktadır. Yürürlükteki kanunlara göre sağlık yardımları, sigortalı olmanın sonucu olarak sağlanırken, yeni yasa uzun ve kısa vadeli sigortalı kollarından bağımsız olarak genel sağlık sigortasını getirmiştir. Kısa ve uzun vadeli sigortalar parasal yardımı düzenlerken, genel sağlık sigortası parasal yardımları düzenlememektedir.
* İsteğe bağlı sigorta ile ilgili uzun hükümler konularak, bu sigortalılık çeşidi özendirilmektedir. Cepten daha fazla harcama ve özel sigortaya yönlendirme böylelikle ağır basmaktadır. Daha önce sigortalı olarak çalışmış, ama bugün işsiz olanın kendisinin prim ödemesine isteğe bağlı sigortalı denir. Yürürlükteki düzenlemede isteğe bağlı sigortalının 1080 gün prim ödenmesi aranırken, kanunla bu kaldırılmaktadır. Fakat kanun yürürlüğe girdikten sonra bu sigorta türünü ödeyenlerin hizmet sözleşmesi ile çalışan (işçi) gibi değil de, bağımsız çalışan gibi prim ödemeye başlayacaktır. Oysa şimdi tam aylık alabilmek için 9000 gün, yani 25 yıl fiilen prim ödemek durumundalar. 1260 gün ve daha fazla bağımsız çalışan gibi prim ödeyenler eski statüye bağlı olarak emekli olamayacaklardır.[12]
İsteğe bağlı sigortalı olabilmek için 18 yaşını doldurmuş bulunmak ve zorunlu sigortalı durumunda olmamak gerekmektedir. Bakılmakla yükümlü olunan kişi isteğe bağlı sigortalı olabildiğinde bakılmakla yükümlü sayılmamaktadır. İsteğe bağlı sigorta ya da uzun vadeli sigortalı kollarına tabii olmak onları genel sağlık sigortasına tabii kılmaktadır. Yürürlükteki düzenlemede olduğu gibi, isteğe bağlı sigortalının başkası üzerinden sağlık yardımı alması nedeniyle kendi sağlık sigortasından yararlanmayarak sağlık sigortası priminden muaf olma seçeneği kanunda söz konusu değildir.[13]
* İş Kanunu’ndaki kısmi süreli ya da part-time denilen çalışma süreleri ile ilgili hükümler, esneklik – emeğin bölünmesi süreciyle doğru orantılı olarak giderek sosyal güvenliğe de taşınmaktadır. 5510 Sayılı Kanun’la kısmi süreli olarak çalışan bir kişinin çalıştığı saatler toplanıp 7.5’a bölünmek suretiyle, kaç güne tekabül ediyorsa o kadar prim ödenmiş sayılacaktır. Eskiden bir genelgeyle kısmi süreli ve bir ay boyunca çalışanlar 30 gün prim ödemiş sayılıyorlardı.[14] Böylelikle kanunda işçilerin emeklilik için ödeyeceği prim gün sayısı artırılırken, kısmi çalışanların emekliliği daha da zorlaşmış olmaktadır.
Bu durumda bir de cepten daha fazla harcama anlamına gelebilecek bir durumdan bahsedilebilir. Kısmi çalışanlar eksik günler için de isterlerse isteğe bağlı sigortalı olabilecektir. Örneğin işveren 12 günlük primi ödeyeceğini bildirmişse, işçi 18 gün de isteğe bağlı sigortalı sayılacaktır. Fakat bu durumda işçinin ödeyeceği sigorta bağımsız çalışan gibi sayılıyor. Bu durum, sosyal güvenlik hukukundaki teklik ilkesine aykırı.[15] Yani bir sigortalı aynı anda birden başka sosyal güvenlik kurumuna bağlı olamazken, kanunla kısmi çalışanın iki ayrı hüküme tabi olması da teklik ilkesinin zedelenmesidir.
* Topluluk sigortası kanunla kaldırılmaktadır. Topluluk sigortası kapsamında olan avukatlar ve noterler SSK’ya tabii idi. Fakat kanunla bağımsız çalışanlarla ilgili hükümlere tabii kılınmaktadır. Eğer eski statüye tabii olsalardı, 5000 ile 7000 gün arasında değişen prim ödeme gün sayılarıyla emekli olacaklardı. Oysa şimdi tam aylık alabilmek için 9000 gün, yani 25 yıl fiilen prim ödemek durumundalar. 228 Sayılı Sosyal Güvenlik Kurumlarına Tabi Olarak Geçen Hizmetlerin Birleştirilmesi Hakkında Kanun yürürlükte ve Kanundaki “son 7 yıl içinde fiilen prim ödeme gün sayısı bakımından en fazla hangi kuruma prim öderseniz o Kurum Kanununa göre o kurum tarafından aylık alırsınız” kuralı devam etmektedir. Buna göre 1260 gün ve daha fazla bağımsız çalışan gibi prim ödeyenler eski statüye bağlı olarak emekli olamayacaklardır.[16]
Kısa Vadeli Sigorta Türlerine Dair
5510 Sayılı Kanun ve yeni tasarıdaki bazı hükümlere bakılırsa:
* Kanunda, sigortalı kadına veya sigortalı olmayan karısının doğum yapması nedeniyle sigortalı erkeğe, çocuğun yaşaması şartıyla doğumdan sonraki altı ay süresince her ay, doğum tarihinde geçerli olan asgari ücretin üçte biri tutarında emzirme yardımı verileceği düzenlenmişken; 5510 Sayılı Kanun’da Değişiklikler Yapan Kanun Tasarısı’yla asgari ücretin üçte biri tutarında ve bir defa ile sınırlandırılmıştır. Ayrıca yeni tasarıda, işçilerin doğumdan önceki bir yıl içinde en az 90 gün yerine 120 gün kısa vadeli sigorta primi yatırmış olması şartı getirilmiştir.
* Yasada geçici işgöremezlik oranı değişmezken, sağlanacak ödeneğe bir üst sınır getirilmektedir. Ödeneğin net ücreti geçemeyeceği esası kabul edilmektedir. Oysaki mevcut düzenlemede ödemeler gelir vergisinden istisna edilmiştir. Şu sonuca da varılabilir: “Sigortalı aynı primi ödemesine rağmen yılın sonuna doğru daha düşük geçici işgöremezlik ödeneği alacaktır.”[17] Kanun Tasarısında ise, iş göremezlik ödeneğinin miktarının hesaplanmasında bir değişiklik söz konusu olmaktadır. Yatarak tedavide günlük kazancın yarısı, ayakta tedavilerde günlük kazancın üçte ikisi olarak düzenlemektedir.
Kanun sigortalıyı cezalandıran hükümler barındırmaktadır. GSS’nin sigortalıya verdiği sağlık yardımına rağmen sigortalının tedavi süresinin uzaması ve iş göremezliğinin artması durumunda, kuruma ek yeni masrafların çıkmasını önlemek amacıyla, sigortalının iş göremezlik gelirinin yarısına kadarının kurumca eksiltileceği düzenlenirken; doktorun alınmasını istediği tedbirlere uymayan sigortalılara bu tedbirleri yerine getirmedikleri süre için geçici iş göremezlik ödeneğinin verilmeyeceği belirtilmektedir.
* Başka birinin sürekli bakımına muhtaç olanlar hariç, sürekli iş göremezlik gelirinin güncellenmemiş tutarı, sigortalının ödenek hesabına esas alınan dönemdeki vergi, sosyal sigorta, genel sağlık sigortası ve işsizlik sigortası primleri kesintileri sonrası hesaplanan net ücreti geçemeyeceği belirtilmektedir. Mevcut durumda sigortalıya yapılan ödemeler gelir vergisinden istisna edilirken, şimdi durum farklılaşıyor. Sigortalının eline geçecek miktardan ücrete ilişkin vergi miktarları düşmektedir.[18]
Uzun Vadeli Sigorta Türlerine Dair
Sosyal güvenliğin tasfiyesi sürecinde asgari bir aylık sağlanıp, emeklilik hakkı gasp edilirken, emekçilere gösterilecek seçenek bireysel emeklilik sistemi olmakta; bu emeklilik sistemiyle, özel sektöre rant yaratmak amaçlanmaktadır. Ülkemizde sosyal güvenliğin tasfiyesiyle karşılaşılacak problemler için, AB üyesi ülkelere, Dünya Bankası tarafından bu modelin uygulandığı ülkelere bakılabilir. 1985 yılından itibaren Danimarka ve Hollanda dışındaki tüm AB üyesi ülkeler, emekliliği tasfiye eden reformlar gerçekleştirmişlerdir.[19] Çek Cumhuriyeti, Polonya ve Macaristan’da sosyal güvenliğin tasfiyesi ile sigorta primleri artmış, emeklilik yaşı yükselmiş, primlerin bir bölümünün özel emeklilik programlarına yönlendirilmesi nedeniyle kamu rejiminin finansman dengesi bozulmuş, yoksulluk sınırının altında maktu emeklilik aylılığı ödenmesi nedeniyle, emeklilerin yaşam koşulları aşırı ölçüde kötüleşmiştir.[20] Bulgaristan’da emeklilik yaşı, her yıl 6 ay yükseltilirken, bunun dışında uygulanan bir puanlama sistemi ile de emeklilik çok daha zor bir hale getirilmiştir. Zorunlu emeklilik sigortası kapsamında toplanan primlerde % 25 çalışan, % 75 işveren oranı vardır. Bu oranların 2009’da % 50 - %50 olması hedeflenmektedir. Yaklaşık 8 milyon nüfusu olan ülkede 2.5 milyon emekli olduğu düşünüldüğünde uygulamanın ne kadar önemli olduğu daha da açık görülmektedir. Devlet bütçesinin % 10’unu oluşturan bu ödemelerin 2009’da tamamen ortadan kalkarak, sistemin kendini finanse edecek duruma geleceği ve devlet sübvansiyonunun olmayacağı belirtilmektedir.[21]
5510 Sayılı Kanun ve yeni tasarıdaki uzun vadeli sigorta türlerine dair düzenlemelere kısaca bakılırsa:
* Yaşlılık aylığı (emeklilik) için prim gün sayısı, 7 binden 9 bin güne çıkarılmaktadır. Kanunun yürürlüğe girdiği tarih ile 31.12.2035 tarihleri arasında sigortalı olacak kadın 58, erkek ise 60 yaşını doldurunca emekli olacaktır. Prim gün sayısında kademeli bir artış olacaktır. 9000 gün prime 2026 yılında ulaşılacaktır. 01.01.2036 ile 31.12.2047 arasında sigortalı olacak kişiler için 9000 gün prim şartı var. Prim gün sayısında kademeli bir artış yok, fakat yaş kademeli olarak artacaktır. 2048’de emeklilik yaşı kadın ve erkek için değişmiyor ve 65 olacaktır. 2048’de sigortalı olanlar için 9000 gün prim ödeyerek 65 yaşında emekli olabilecektir.
* Belirli süreli çalışanlar, sözleşmeli olarak çalışanlar, çalıştıkları sürece prim ödemelerine rağmen emeklilik haklarını elde edemeyecektir. Kısmi aylıkta 4.500 günden 5.400 güne çıkarılmaktadır. Artık yılda 120 gün çalışabilenler, tam aylığı hak etmek için 75 yıl; yılda 90 gün çalışanlar ise, tam aylığı hak etmek için 100 yıl çalışacaktır. Kısmi aylık hak etmek içinse, yılda 120 gün çalışanlar 45 yıl, yılda 90 gün çalışanlar 60 yıl çalışmak zorunda kalacaktır.
* Birinci derece sakatlığı olan sigortalılar 45, ikinci derecede sakatlığı olan sigortalılar 50, üçüncü derecede sakatlığı olanlar ise 55 yaşını doldurmadan ve gerekli görülen prim gün sayısı tamamlanmadan emekli olamayacaktır.
* Çalışanların ve emeklilerin maaşlarında önemli düşüşler olacaktır. Emekli maaşları %23 ile %33 arasında düşecektir. Halen çalışma yaşamında geçen her yıl için SSK ve Bağ-Kur’da %2.6, Emekli Sandığı’nda ise %3 oranında aylık bağlanmaktayken, yeni düzenlemeyle sigortalılara, emeklilik sisteminde geçirilen her yıl için 2015 yılı sonuna kadar %2,5 oranında; 2016 yılından itibaren ise %2’lik aylık bağlama katsayısı geçerli olacaktır. Yeni tasarıda ise aylık bağlama oranları, her yıl için %2 olarak belirlenmektedir.
* Yeni tasarıda güncelleme katsayısında da bir değişiklik önerilmektedir. Yaşlılık aylığının hesaplanmasında tüm hizmetler dikkate alınırken, yaşlılık aylığının artışı yalnızca enflasyon oranı ile sınırlı tutulmaktadır. Emekli aylığının artışı, olması gereken kadar olmayacağı gibi, refah payı da verilmeyecektir.[22]
* Yeni tasarıda çalışmak zorunda kalan emeklilerin maaşının kesilmesi önerilmektedir. Bağımsız çalışanlara ise sosyal güvenlik destek primi ödeme koşulu getirilmektedir.
* Yeni tasarıya göre, malullük aylığı bağlanması için en az on yıldan beri sigortalı olup, toplam 1800 gün malullük, yaşlılık ve ölüm sigortaları primi bildirmiş olması gerekmektedir.
* 5510 Sayılı Kanun’da Ölüm aylığı alabilmek için işçilerin 900 gün prim ödeme şartı, yeni tasarıda 1800 güne çıkarılmaktadır.
* İş kazası ve meslek hastalığı dışında herhangi bir hastalık sonucu ölüm halinde cenaze ödeneği verilebilmesi için en az 360 gün malullük, yaşlılık ve ölüm sigortası primi ödenmiş olması aranmaktadır. Yürürlükteki düzenlemede herhangi bir prim ödeme koşulu yok. Kanunda asgari ücretin üç katı tutarında cenaze ödeneği düzenlenirken, tasarıda asgari ücretin iki katı olarak belirlenmektedir.
* 5510 Sayılı Kanun yıpranma payı olarak bilinen fiili hizmet zammı konusunda çalışanlar aleyhine hükümler barındırmaktadır. Yeni tasarıda kapsam yeniden çalışanlar aleyhine bir düzenlemeyi içermektedir. Fiili hizmet zammından yararlanabilmek için 3600 gün fiilen çalışma şartı getirilmektedir.
* Yeni tasarıda grev ve lokavtta geçen süreler, ücretsiz doğum ya da analık izin süreleri borçlanılacak sürelerden sayılmaktadır.
Genel Sağlık Sigortası (GSS) İle İlgili Düzenlemelere Dair
Sağlıkta dönüşüm olarak nitelendirilen süreç ile sosyal güvenliğin tasfiyesi iç içe geçmiştir. SSK hastanelerinin Sağlık Bakanlığı’na devredilmesi, aile hekimliği sistemine geçiş GSS’nin yürürlüğe girmesi için bir alt yapı hazırlığıydı. 1940’lı yılların ikinci yarısından itibaren hazırlanan GSS çalışmalarını nihayete erdiren AKP, sağlıkta liberalizasyon sürecini tamamlamayı hedeflemektedir.
Ülkemizde sağlık hakkının tasfiyesi süreci, Avrupa’da, Balkan ülkelerinde yaşanan süreçle büyük bir benzerlik göstermektedir. 1999-2000’de Bulgaristan Sağlık Sistemi de hızlı bir değişimin içerisine girmiştir. Bulgaristan’daki sağlık reformunu finanse eden kurumlar ve programlar arasında, AB’nin Orta ve Doğu Avrupa’daki eski sosyalist ülkelerdeki temel finans aracı PHARE programı ve Dünya Bankası bulunmaktadır. Sağlık Bakanlığı sağlık hizmet sunumundan çekilip sağlık hizmetleri yerel yönetimlere devredilirken, sağlıktaki özelleştirmelere hız verilmiştir. Sağlık sigortası sistemi ve aile hekimliği uygulaması başlamıştır. İnsanlar, hasta olduklarında, her muayene için katkı payı ödemek ve temel teminat paketinin dışında kalan hizmetler için cepten ödeme yapmak zorunda kaldı. İçeriği her yıl yeniden belirlenen temel teminat paketi giderek daraltılmıştır. Sağlık sigortasının herkesi kapsandığı söylense de, 7,5 milyonluk ülkede 2,5 milyon kişi sağlık sigortasından ve onun sunduğu temel teminat paketinden bile yoksun duruma gelmiştir.[23]
Sigorta, 1970’lerde bunalıma giren kapitalizmin krizini aşmak için başvurduğu yöntemlerden biridir. Bu, genellikle ekonomik sıkıntı çeken, gelişmekte olan kapitalist ülkelere, emperyalist ülke ve finans kurumlarının dayatmasıdır. Özünde varlıklı sınıflardan vergi topla(ya)mama tercihinin ürünüdür.[24] Sigorta fonu ile tekellere bir ek sermaye yaratılır. Sigortanın sermayeyi rahatlatıcı bir etkisi vardır.[25] GSS ile sağlık piyasasında, sermayenin istediği ölçüde denetleyemediği parayı merkezileştirmek ve merkezileştirilen sermayenin özel sağlık kuruluşlarına transferi söz konusudur.
Genel Sağlık Sigortası'yla aslında ikili bir sisteme doğru gidilmektedir. Bir tarafta emekçilere, yoksullara karşı daraltılmış ve düşük nitelikli bir sağlık ve sosyal güvenlik sistemi sunulurken, öte tarafta daha varsıl kesimlere cepten harcamalara dayalı bir sağlık ve sosyal güvenlik sistemi sunulmaktadır. Bu da özel sağlık sigortacılığıyla devreye sokulmaktadır.
5510 Sayılı Kanun ve yeni tasarıdaki GSS ile ilgili düzenlemelere kısaca bakılırsa:
* Sağlık yardımlarından yararlanma hakkı tümüyle prim ödeme şartına bağlanmaktadır. Sigortalı sayılanların, sağlık hizmetine başvurdukları tarihten önceki son 1 yıl içinde 30 gün GSS pirimi ödemesi gerekmektedir. Yeni tasarıda isteğe bağlı sigortalılar, oturma izni olan yabancılar yönünden bu koşul daha da ağırlaştırılıyor ve hiçbir prim borcunun bulunmaması şartı getirilmektedir.
* Aylık geliri asgari ücretin 1/3’ü kadar, yani 139,60 YTL’den fazla olan herkesten her ay 73-435 YTL arasında sağlık vergisi alınırken, 139,60’den az aylık geliri olanların primleri hazine tarafından karşılanacaktır. Prim ödemeleri %12.5 düzeyinde olacak; bunun %5’ini çalışan, %7.5’ini ise işveren ödeyecektir.
* Yeni tasarıyla asgari ücretin 1/3’inden az gelire sahip olanların primlerinin ilgili kamu idareleri tarafından her ay otuz gün prim ödenmesi zorunluluğu yerine; toplam kişi sayısının dörde bölünmesiyle bulunacak kişi sayısı esas alınmak suretiyle prim hesaplanması öngörülmektedir. 140 YTL’nin altında kazanan yoksullara devlet katkısı azaltılmaktadır.
* Devlet, Genel Sağlık Sigortası kapsamına temel teminat paketi koymaktadır. Ancak bunun içeriği kanunda sayılarak belirlenmiştir. Bazı sağlık hizmetleri kapsam dışında bırakılmıştır. Enflasyonun yüksek olması, genel sağlık sigortası uygulamasına geçildiğinde, ya prim artışı ya da teminat paketinin daraltılması ile sonuçlanmasını kaçınılmaz kılacaktır. Temel Teminat Paketi, toplanacak primlerin sağlık hizmetlerinin büyük kısmından yararlanmak için yeterli olmadığının, ödenen prime cepten ek katkı yapılacağının bir ifadesidir.
* GSS, prim temelinde cüzi sağlık yardımında bulunulması ve geri kalanın da katkı payıyla tamamlanmasını sağlamak üzerine oluşturulmaktadır. Tamamlayıcı sağlık sigortasıyla kişilerin daha farklı kapsam, fiyat ve kalitede sağlık hizmetleri talep etmeleri durumunda, kişi kendi cebinden ya da özel sigortasından aradaki farkı karşılayacaktır.
5510 Sayılı Kanun’a göre, ayaktan tedavide hekim ve diş hekimi muayenesi; ortez, protez, iyileştirme araç ve gereçleri; ayakta tedavide sağlanan sağlık hizmetlerinden yararlanmak isteyen katkı payı ödeyecektir. Yeni tasarıyla bu düzenleme bütün sağlık hizmetleri için genişletileceği, yatan hastaların tedavilerinden de katkı payı alınması düzenlenmektedir. GSS ile uygulamadan kaldırılan yeşil kart sahipleri için de katkı payı alınması önerilmektedir.
* İş kazası, meslek hastalığı ile acil durumlar dışında, sevk zincirine uyulmadan yapılan başvurulara ilişkin sağlık giderleri karşılanmayacaktır. Yeni tasarıda ikinci ve üçüncü basamak sağlık hizmet sunucularına sevksiz başvuru yapılırsa katkı payı beş katına kadar artırılabileceği düzenlenmektedir.
* Kanuna göre, sigortalılar, sözleşme yapılmayan hastanelerden ve öğretim üyesinden hizmet almak isterse bunun için fark ödemek zorunda kalacaktır. Tasarıda, bu sınırlama sadece sözleşmeli kamu idaresi sağlık hizmeti sunucuları için devam ederken, özel sağlık hizmeti sunucularının ise ilave ücret alması serbest bırakılmaktadır. Sağlık hizmetinden yararlanabilmek için vergi, prim ve katkı payı yeterli görülmüyor bir de tasarıyla ilave ücret önerilmektedir. Bıçak parası meşrulaştırılmaktadır.
Sonuç Yerine
Bu çalışmada, geniş bir açıdan 5510 Sayılı Kanun ve bu kanunda değişiklik öneren kanun tasarısı ele alındı. Türkiye’nin gerçeklerinden uzak bu düzenlemelerle, cepten daha fazla harcamayı getirdiği, sermayeye rant yaratıldığı vurgulandı. 2008 yılında emek mücadelesinin en can alıcı noktası, sağlık ve sosyal güvenlik hakkını tasfiye eden bu düzenlemelerin yasalaşma süreci olacaktır. Bu noktada yapılması gereken, savunmacı bir çizginin ötesine geçmelidir. Sadece yitirilen son haklara değil, eşit parasız bir sağlık hakkına, devletin sosyal güvenceyi, sosyal hakları hiçbir şart olmadan sağlamasına odaklanılmalıdır.
Çağımızda Hukuk ve Toplum Dergisi Sayı: 25/2 İlkbahar 2008
[1] Okur, Ali Rıza (2007), “Anayasa Mahkemesi’nin İptal Kararı Sonrasındaki Gelişmeler”, Güncel Hukuk Dergisi, Aralık 2007, s. 18.
[2] Şakar, Müjdat (2007), “Kazanılmış Haklar Bağlamında Uzun Vadeli Sigortalar ve 5510 Sayılı Yasa Uygulamasında Çıkacak Sorunlar”, Sosyal Güvenlik Hukuku Yasalar Ve Gerçekler, İstanbul Barosu Y., s. 122.
[3] Güzel, Ali (2006), “Türk Sosyal Güvenlik Sisteminde Yeniden Yapılanma; Öngörülen Modelin Değerlendirilmesi”, İş Hukuku Uygulama Sorunları Ve Türk Sosyal Güvenlik Sisteminde Yeniden Yapılanma, İstanbul Barosu Y., s. 108-113.
[4] Güzel, Ali (2006), age., s.116.
[5] Güzel, Ali (2006), age., s. 117-118.
[6] Başesgioğlu M. (2007), Sosyal Güvenlik Hukuku Yasalar Ve Gerçekler, İstanbul Barosu Y., s. 16.
[7] Başesgioğlu M. (2007), age., s. 18.
[8] Daha ayrıntılı bilgi için bkz. Chossudovsky, Michel (1999), Yoksulluğun Küreselleşmesi, Çiviyazıları Y.
[9] Özuğurlu, Metin (2005), “Türkiye’de Sosyal Politikanın Dönüşümü”, Toplum Ve Hekim Dergisi, TTB Yayını, Sayı:2, Mart-Nisan 2005, s. 93.
[10] Özuğurlu, Metin (2005), age., s. 92.
[11] Akın, Levent (2007), “Anayasa Mahkemesinin İptal Kararı Sonrasında Sigortalılığın Kapsamı Ve Primli Rejimle Bağdaşması”, Sosyal Güvenlik Hukuku Yasalar Ve Gerçekler, İstanbul Barosu Y., s. 33.
[12] Şakar, Müjdat (2007), age., s. 128.
[13] Akın, Levent (2007), age., s. 42.
[14] Şakar, Müjdat (2007), age., s. 129.
[15] Şakar, Müjdat (2007), age., s. 129.
[16] Şakar, Müjdat (2007), age., s. 127.
[17] Caniklioğlu, Nurşen (2007), “Kısa Vadeli Sigortalar Bağlamında 5510 Sayılı Yasa Uygulaması Ve Çıkacak Sorunlar”, Sosyal Güvenlik Hukuku Yasalar Ve Gerçekler, İstanbul Barosu Y., s. 80.
[18] Caniklioğlu, Nurşen (2007), age., s. 85-86.
[19] Akkaya, Yüksel (2005), “Avrupa Birliği, İşçi Sınıfı Ve Sosyal Güvenlik”, Toplum Ve Hekim Dergisi, TTB Yayını, Sayı:2, Mart-Nisan, 2005, s.100.
[20] Güzel, Ali (2005), “Türk Sosyal Güvenlik Sisteminde Öngörülen Reform Mevcut Sorunlara Çözüm mü?”, Çalışma Ve Toplum Dergisi, Sayı: 7, www.birlesikmetal.org.
[21] Kapaklı, Erkan (2003), Bulgaristan Sağlık Sistemi İnceleme Gezisi, www.istabip.org.
[22] Şakar, Müjdat (2007), age., s. 130.
[23] Hekim İnisiyatifi (2005), “AB Üyeliği Her Şeyin Daha İyi Olacağı Bir Yalandır”, www.yurtsevercephe.org.
[24] İlker Belek ve Navarro’dan aktaran: Soyer, Ata (2004), Sağlık Devriminden Küreselleşmeye Darbeden AK Partiye Sağlığın Öyküsü, s. 243.
[25] Belek, İ., Nalçacı, E., Onuroğulları, H., Ardıç, F. (1998), Türkiye İçin Sağlık Tezi, Sorun Y., s. 95.